içinde ,

MuhteşemMuhteşem HavalıHavalı

Şen Şakrak Sahil Kasabası

Burası herkesin bildiği sanıldığı, aslında fazla kimsenin bilmediği bir sahil kasabası. Yeşillikler içinde ve baş köşesine kurulmuş akarsu. Usta ressamın fırçasının hayal dünyası gibi. Burada yaşıyor olmaktan son derece memnunum.

Ben kim miyim?

Güzel soru. Adım, Sema.

Doğma büyüme buralıyım. Şu an babamın kafesinde oturuyorum. Daha dün gibi aklımda şu denizde ilk yüzmeye başladığım gün. Güzel güzel denemeler yaparken ne olduysa o anda oldu, bir anda çırpınmaya başlamıştım. Babam gülüyordu ve şöyle diyordu, “Derin nefes al ve yavaşla. O zaman ayağının kuma değdiğini hissedeceksin” dediğini yapmıştım. Meğer boyumu bile geçmiyormuş. Babam yanıma geldi ve kucağına alıp beni denizden çıkardı. Yere indirip omzuma havlu koydu. Ben babamın şefkatli bakışlarında sakinleştikten sonra gülüşmüştük.

Ah çocukluk ah!

Akşam olmuştu. Sokağa çıkmıştık. Etraf terkedilmiş vahşi batı kasabasına benziyor, diye düşünürken birden bütün sokaklar aydınlanmıştı. Cırcır böceği sesi ve insanların şen kahkahaları birbirine karışıyordu. Kafelerde insanlar kadınlı erkekli oturuyor çay, kahve eşliğinde sohbetin keyfi ile günün yorgunluğunu atıyorlardı. Dar sokaklarda gezerken “Başıma bir şey gelecek mi? “diye korkmadan özgürce yürümek beni çok büyülemişti. Ben o gün kendi kendime, “Burada yaşlanacağım” dedim.

Gün sabah olmuştu. Kaldırımlara sandalye ve masalar kondu. Sabun kokulu bembeyaz örtüler serildi. Küçük vazolar içinde renkli çiçekler ile masaya hoş bir görünüm kazandırıldı. Ardından pırıl pırıl pırıl bardaklar ve servis tabakları eklenerek açılışa hazır hale getirildi. Bir yandan bunlara yardım ediyor, bir yandan da anneme laf atıyordum:

-Keşke buraya birçok turist gelse, dükkanlar iş yapsa, gezi programları buradan bahsetse ne güzel olurdu, dedim. Annemin cevabı gecikmedi:

-Şimdi bunlar olursa bu güzelliğin ortasına oteller, binalar dikecekler. Birçok ağacı kesecekler. dedi. O an bu düşünceden vazgeçtim. Derken günler geçti. Her gün aynı durumlar. Sabah kafe, akşam üzeri deniz, akşam sokaklar ya da kapı önünde çekirdek keyfi. Söylemeyi unuttum annem ve babamı. Annem ev hanımıyken kafenin mutfağına geçti. Adı, Leyla. Babam ise, kafeyi dedemden devir almış. Adı ise, Ahmet. Büyük bir aşkla evlenmişler. Bunu ayrı bir konu olarak yazmalı. 🙂

Kasabayı anlatacak olursam, her yalnızın kendisinden başka kimsenin bilmediğini sandığı bir yer. Her türlü olumsuzlardan köşe bucak saklanmış.

Turistler geldiğinde onların kulağına, “Sakın benden bahsetmeyin yoksa beton yığını olurum” diye fısıldıyordu. Gelenler buna saygı gösteriyor olmalı ki hala doğa severlerin koruması altında. Biraz huzur evini andırır. İnsanlar emekli olduklarında bu tür yerlere gelirler ve birazda incik-boncuk, elişi çarşısı gibidir, kocaman hem de. Ama her sessizliğin sonunda korkutucu bir gürültü vardır.

Bugün olduğu gibi. Sessiz başlayan bir günü iş makinalarının kötü kahkahaları yerle bir etmişti. Burasına da birçok yeryüzü cennetine olan oluyordu. Kuş cıvıltılarının yuvalarına iş makinaları kepçe vuruyordu. Hemen gittik olay yerine ve o kötü manzarayla karşılaştık. Boş durmayacaktık. O gün fotoğrafla birlikte bildiğimiz bütün doğa severleri çağırdık.

Bir gün sonra eylemler, basın açıklamaları ve birçok şey…

Bazı gazeteciler bu konuyu gündeme taşıdı. Ama hiçbiri yeterli olmadı ve otel inşaatına başlandı. Para için nefesimizi kesiyorlardı. Cennetimiz ağlıyor, biz de onun omuzuna dayanıp ağlıyorduk. Büyük ihtimalle son kez dayanıyorduk bu omuza.

Gözyaşlarımız, sevinçlerimiz, çocukluğumuz, gençliğimiz, geleceğimiz elimizden gidiyordu.

Yeryüzünde böyle doğal güzellikler azaldıkça hayvanların da yaşam alanı kalmıyordu. Birçok hayvanın  nesli tükenme tehlikesindeydi. Yeni neslimiz bu zehirli dünyada birçok şeyden bir haber yaşayacaklardı. Tabi buna yaşamak denirse…

Uzun lafın kısası, açılan davalar, sabahlanan geceler, açılan pankartlar, tutulan nöbetler sonuçsuz kaldı ve otel kuruldu.

Otelin adı, “Green World Hotels” oldu. Ne dünya ama… Slogan ise, “Bu Dünya Bir Başka Güzel” Çok yaratıcıydı.

Ama olan olmuştu. Sonra zaten ardı arkası kesilmedi. Ufak tefek butik pansiyonlar koşarak geldi. Artık kasaba, kasabalıktan çıkmış, kocaman bir tatil köyü olmuştu. Biz ise bir avuç yerli olarak kaldık. Ama asla terk etmedik. Ne olursa olsun burası Ata toprağıydı.

Dostlarım, bu hikaye iyi bitmedi. Zaten ne bu sahil kasabası, ne de ben ve ailem gerçek değiliz.

Olaylarda gerçek değil. Bu tür doğa harikaları korunuyor. Türkiye en yeşil ülke unvanını almalı. Çünkü hak ediyor. Atalarımız üzülmesinler ülke emin ellerde. Hayal ürünü, barış, özgürlük ve birçok güzel şeyin elinde. Bu hikaye gibi.

Editör: İlkem Baydarlı – 11.07.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Yazar

Selin Sabcıoğlu tarafından yazıldı

Merhaba,
Adım Selin Sabcıoğlu. 22 Şubat 1990 tarihinde, Ankara'nın Polatlı ilçesinde doğdum. Üç kız kardeşiz, ben ortancayım. İlkokul ve liseyi Polatlı'da okudum. Lise mezunuyum. 20 yaşından bu yana yazmayı seviyorum. Şiir ve deneme yazıları yazıyorum. Kültür Çıkmazı e-dergisinde gönüllü yazarlık ve sanatçılarla söyleşiler yaptım. Karaborsa Şiirler, Empati proje kitaplarında şiirlerim ve yazım yayınlandı.
Bunların haricinde resim yapmayı ve müzik dinlemeyi seviyorum. Ailemle birlikte Muğla'nın Dalaman ilçesinde yaşıyorum ve el emeği ürünler üretiyoruz.

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    1. Tam bahsettiğiniz güzelliklerin hayaline dalmışken sonunda irkildim. Zaman zaman hepimiz böyle huzur ve dinginlik dolu yerler arıyoruz kendimize ve o bakir yerlerin de gün gelip tahrip edilmeye çalışıldığını görmek sükut-u hayale ugratiyor insani. Umarim evlatlarimiza bu cennet vatandan geriye güzellikler birakabilmeyi basaririz.

    Roma’daki Tarihi Betonların Gizli Tarifi

    Hangi Umbrella Academy Karakterisin?