içinde

HavalıHavalı MuhteşemMuhteşem İnanılmazİnanılmaz

Türkolog Ayça Akçay’ı Yakından Tanıyalım

2018 yılında sosyal medyaya ’’Edebiyatçı Gözüyle’’ mahlası ile Türk dili, edebiyatı ve kültürü ile ilgili çeşitli öğretici içerikler paylaşarak merhaba diyen Türkolog ve edebiyat öğretmeni Ayça Akçay ile sizler için çok değerli bir röportaj gerçekleştirdik. Röportaj teklifimizi geri çevirmeyip bize vakit ayıran Ayça Hanım’a Dergio ailesi adına sonsuz teşekkürlerimizi sunarım.

Okumayı ve öğrenmeyi her zaman sevdiğinizi gerek sosyal medya hesaplarınızda gerekse röportajlarınızda çok kez dile getirdiniz. Hayatınızda yalnızca bir kitabı tekrar tekrar okuma şansınız olsaydı bu kitap hangisi olurdu?

Okumayı çok seviyorum doğru ama  mesleğim ve alanım edebiyatla ilgili olduğu için değil “okumak” karakterimle özdeşleşen, beni ben yapan eylemlerden biri olduğu için… Okudukça adeta besleniyor, her kitapla yeni bir kapıya yöneliyorum. Tabii ne kadar çok okuduğumdan ziyade ne okuduğum benim için daha büyük bir önem arz ediyor. Sırf okumuş olmak için okumak, karın doyurmak için yemek yemekten farksız bir şey. Bu yüzden ufkumu açacak, beni düşündürecek, geliştirecek, bana farklı hazlar yaşatacak kitapları tercih ediyorum. Ben bir değil, iki kitap ismi vermek istiyorum: Bunlardan biri A. Hamdi Tanpınar’dan Huzur, diğeri Sabahattin Ali’den İçimizdeki Şeytan.

Derece ile mezun olduğunuz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türkoloji bölümünde Cumhuriyet döneminin usta şairleri arasına ismini altın harflerle yazdıran Hilmi Yavuz ile sohbet ettiğinizi ve Divan edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalara ek olarak romanlarıyla tanıdığımız İskender Pala’dan ders aldığınızı sosyal medyada dile getirmiştiniz. Eğitim hayatınızdan aklınızdan hiç çıkmayan bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Çok şanslı gençlerdik biz. O dönemde sadece isimlerini zikrettiklerinizden değil camianın çok önemli hocalarından ders alma şansına erişmiştik. Bir kısmıyla halen irtibattayız. Ben size onun adını andığınız için İskender Hocamızla ilgili aklımda kalan bir anımı anlatayım:

Hocamız, derste sadece Divan edebiyatından bahsetmez, onunla hayata dair her şeyden konuşurduk. Bir gün yine derste konu nereden  geldiyse Barbaros Hayrettin Paşa’dan söz açıldı. Bize kabrinin/türbesinin nerede olduğunu sordu. Bizden Cezayir, Tunus, Fas,… gibi cevaplar gelince hocamız, “Her gün önünden geçiyorsunuz ve farkında değilsiniz.” deyip bakmak ve görmek arasındaki farktan dem vurmuştu. Gerçekten de her gün önünden geçiyorduk. Okulumuz Beşiktaş’taydı ve Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi de tam olarak orada.

Bir röportajınızda ailenizin yönlendirmesi ile öğretmenlik mesleğini seçtiğinizi söylemiştiniz. Hiç “Keşke bu bölümü okumasaydım.” veya “Keşke bu mesleği seçmeseydim.” dediğiniz bir an oldu mu?

Yanlış bir algı oluşmasın, seçtiğim bölüm ve okul  tamamen benim tercihimdi. Bölümüm “öğretmenlik” değil “Türk dili ve Edebiyatı’dır. Bölümde çok severek ve keyif alarak okudum. Öğretmenlik yapmam için “formasyon almamda” ailem ısrar etti. Medya sektöründe yer almak istiyordum hatta mezun olduktan sonra birkaç kanala da iş başvurusunda bulunmuştum ancak dershanelere de öz geçmişimi bırakmıştım. Bir dershane, görüşme için beni çağıran kanaldan daha erken arayınca  yolum da bir şekilde çizilmiş oldu.

Ben öğretmenliği çok sevdim. Alanımı çok sevmesem belki de bu kadar keyif almazdım. Gençlerle olmak, onlara bir şeyler öğretmek, onların hayat yolculuklarında eşlik etmek çok keyif verici. Tabii zaman zaman sabrımızı zorlayan anlar yaşamıyor değiliz ama yaşadığımız kişisel tatmin paha biçilemez ve bu meslek sevilmeden yapılacak bir meslek değil kesinlikle.

Bir genç kız annesi olmanıza ek olarak mesleğiniz gereği de gençlerle ilişki içerisinde olan birisiniz. Sosyal medya mecralarında genç kullanıcıların sayıca fazla olduğu bir gerçek. Dijital içerik üreticiliğine başlama kararı verdiğinizde ulaşmak istediğiniz kitlenin genç olmasının bir etkisi olduğu söylenebilir mi?

Okulda  tabi olduğumuz bir müfredat var ve bu bizim elimizi kolumuzu bağlıyor. Sınırlı zaman diliminde bu müfredatı yetiştirmeye çalışıyoruz. Oysa Türk dili ve edebiyatı uçsuz bucaksız bir okyanus. Bunca yıllık eğitimcilik hayatımda anlatmak istediklerim içimde birikmeye başlayınca bunları içimde daha fazla tutmak istemedim. Aslında sayfayı kurma sebebim öğrencilerime ders içinde veremediklerimi ders dışında vermekti. Daha sonra içeriklerim çeşitlenmeye ve biçim değiştirmeye başlayınca sayfa bambaşka bir şekilde evrildi ve çok daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı. Şu an sayfanın takipçi kitlesi daha ziyade yetişkinler: Tiyatrocular, sinema oyuncuları, siyasiler, akademisyenler, sanatçılar, diksiyon uzmanları, doktorlar, edebiyat öğrencileri, yazarlar, ev hanımları, öğretmenler… gibi geniş bir yelpazeden takipçi kitlemiz oldu. Bu da bana büyük bir mutluluk veriyor, çok daha fazla motive oluyorum.

Küreselleşen dünya adı altında diller arası alışverişin artmasının kültürel bir zedelenmeye sebep olduğu çok konuşulan konulardan biri. Siz de bu konuda bir söyleşinizde “Dili korumak zorunluluk değil, sorumluluktur.” dediniz ve biz gençlere kendi kültürümüzü ve dilimizi koruyabilmemiz için bolca okumamızı tavsiye ettiniz. Bu sorumluluğu hakkıyla yerine getirmemiz için mutlaka okunmalı dediğiniz 5 kitap nedir?

Daha önceki sorunuza verdiğim cevapta da belirtmiştim: Okuduğumuz kitap bize bir şeyler vermeli. Türk diline hakim yazarların yazdığı eserleri okumak, onların dil, fikir ve düş dünyalarına erişmek yapacağımız en akıllıca eylem olacaktır bu konuda.

Söz gelimi -bana kalırsa çok geç keşfettiğim- Zülfü Livaneli, tüm kitaplarıyla  bizi en alt basamaktan üç dört basamak yukarıya taşıyacak yazarlardan biridir. Hangi kitabını söylesem bilemedim Bizi Sürükleyen Nehir ya da Serenad olabilir.

Çok farklı görüşler var kendisiyle ilgili ama ben her okuduğumda çok keyif aldığım bir yazar olan Orhan Pamuk’u bu listeye eklemeden yapamazdım. Beyaz Kale ya da Benim Adım Kırmızı romanları diyebilirim.

Tanpınarsız bir liste kesinlikle düşünemiyorum ve Huzur, zaten benim için hem üslubuyla hem her okuyuşta keşfettiğim detaylarıyla hem fondaki İstanbul’uyla tartışmasız liste başı bir eser.

Sabahattin Ali’nin kalemi de fikirleri de çok cesurdur, İçimizdeki Şeytan’ı yine zikretmeden geçemiyorum.

Çok zor bir soru sorduğunuzun farkında mısınız bilmiyorum ama benim için gerçekten çok zor böyle bir liste oluşturmak. Kimi söylesem diğerinin hatırı kalıyor. Farklı bir isim söyleyerek bu zorlu bahsi kapamak istiyorum: Nahit Sırrı Örik’in Kıskanmak romanı.

Dilimizin ve kültürümüzün canlılığını sürdürmek için yalnızca okumanın yeterli olmayacağı konusunun altını çizmiştiniz. Bu konuda hayatında değişiklikler yapmak isteyen birine önerileriniz nelerdir?

Bu soruyla şöyle bir kısır döngünün içine giriyoruz: Çok gezen mi çok okuyan mı bilir? Çok gezen de çok okuyan da bilir. İstediğiniz kadar okuyun, okuduklarınızı hayata geçiremediğinizde her şey teoride kalır. Ancak hayatın içine karışarak okuduklarınızı uygulama fırsatı yakalarsınız. Bu da gezmekle, görmekle olur.

Dil, kültürümüzün temel taşı. Edebiyat dilsiz olmaz, dil de edebiyatsız gelişmez ve  şunu unutmamak gerekir ki edebiyat; tarih, psikoloji, felsefe ve sosyoloji gibi alanlarla da yakından ilgili ve bunlar da kültürümüzü oluşturan sosyal bilimlerdir. Kişinin bu alanlarda yapacağı okumalar, katılacağı eğitimler, seminerler, gezeceği müzeler kendisini geliştirebilmesi ve kültür hamurunu yoğurabilmesi için yapması gerekenlerdendir bence.

Türkçede ne yazık ki cinsiyetçi atasözü ve deyim çok fazla. Son zamanlarda kadınların seslerini daha çok duyurmak için harekete geçtiği ve eril dilden kurtulmak için çalışmalar yürütüldüğünü görüyoruz. Sizce bu durum dilin doğru kullanımına aykırı bir durum yaratacak mı yoksa kültürün karanlık yönlerinin değiştirilmesi daha doğru bir yol mudur?

Bir dildeki sözcük hazinesini belirleyen şey, o milletin  kültür kodlarıdır. Yüzlerce yıllık bir zihniyetin değişmesi de o kadar kolay değil maalesef. Kadına bakış açısı değişmediği sürece biz istediğimiz kadar bu sözcükleri sözlüklerden kaldıralım, halk bu bağlamda yeni türetmeler yapacaktır. Belki atasözü olarak değil ama sözcük olarak karşımıza çıkacaktır. Sözgelimi “müsait” sözcüğü. Üzerine çok yazılıp çizildi. Sözcük, sözlüğe halkın kullandığı şekliyle girmeyi başardı(!) Her şeyden önce zihniyetin değişmesi gerek .

Türkoloji’nin hem ülkemizde hem de yurt dışındaki gelişimini nasıl değerlendiriyor ve Türkoloji’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Son zamanlarda ülkemizde Fen-Edebiyat fakültelerinde akademisyen  alımları için sınırlı kadro verildiğinden bu alanda akademik çalışmalar bazında dezavantaja yol açıyor. Yine yurt dışında da Türkoloji çalışmalarının azaldığı yönünde bir yazı okumuştum. Bunu ister ekonomik sebeplere, ister siyasi ve toplumsal ilişkilerin sekteye uğramasına, ister akademik ilginin azalmasına bağlayın gidiş aşağı yönde. Bu da oldukça üzücü tabii. Ancak hem yurt içinde hem yurt dışında işini layıkıyla yapan, bu dile ve kültüre âşık onlarca,  belki yüzlerce Türkolog var. Çalışmalarıyla hem geçmişe hem de geleceğe ışık tutuyorlar. Çok güzel keşifler, araştırmalar yapılıyor ve bunlarla ilgili çok başarılı makaleler yayımlıyorlar. Türk milleti var oldukça Türkoloji kürsüleri var olmaya devam edecektir.

Editör: Fatih Düz – 20.01.2023

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    Hangi Wednesday Karakterisin?

    Fantastik Paralel Evrende Sen Hangi Elementin Temsilcisisin?