içinde

Gerçek, Sandığımızdan Daha Fazlası Olabilir

Gerçekliğin sözlükte ki karşılığına baktığımızda ‘gerçek olan, var olan şeylerin tümü ‘ ifadesiyle karşılarız. Ancak günümüzde teknoloji ile birlikte paralel olarak gelişim gösteren bilim dünyası, gerçeklik algısı ile ilgili bizleri derin düşüncelere itiyor. Acaba var olan o şeylerin tümünü algılayabiliyor muyuz? Her şeyin gerçekten farkında mıyız?

Öncelikle özellikte sinirbilim alanının araştırma sonuçlara göre kafatasımızın karanlık dünyasının içinde yer alan beynimiz aslında göremiyor, duyamıyor, dokunamıyor, tat alıp koklayamıyor. Hal böyle iken biz insanların bu işlevleri yerine getirebilmesinde duyu organlarımız son derece önemli bir görev üstleniyor. Duyu organlarımız dış dünyada ki uyarıcılardan gelen mesajları toplayarak o mesajları beynimizin algılayabilmesi için elektrokimyasal sinyallerine dönüştürüyor. Farklı duyu organlarımızdan gelen bu sinyaller beynin muazzam yapısı sayesinde belirlenmiş adreslerde toplanarak bir karışıklığa sebebiyet verilmeden beynin sinyalleri ayırt etmesine olanak sağlıyor. Sinyalleri alan beyin ise uyarıcılardan gelen bu sinyallerden yola çıkarak adeta, kendi bedenimizde dahil olmak üzere, içinde bulunduğumuz dış dünyanın bir resmini çiziyor. Yönettiği bireyleri, toplumları, yaşadığımız gezegeni, evreni, kısacası var olan bütün maddelerin resimlerini çizip hikayeler oluşturuyor. Tahmin edeceğiniz gibi beyin için içinde yaşadığımız dış dünya elektrokimyasal sinyallerden ibaret ve bu sinyallerin dış dünyada hangi noktadan geldiğinin farkında bile değil.

Ancak bu anda dikkatimizi çeken önemli bir konu var. Sahip olduğumuz duyu organlarımız dış dünyayı algılama konusunda son derece sınırlıdır. Duyu organlarımız bütün uyarıcılardan gelen mesajları toplayabilecek kapasiteye sahip değil aksine belirli aralıklarda faaliyet gösterebiliyorlar. Örneğin görme davranışımızı gerçekleştirirken büyük pay sahibi olan gözlerimizi ele alalım. Gözlerimiz ışık tayfının 400 ile 800 nanometre aralığını algılayabiliyor. Bu da ışık tayfının çok dar bir aralığıdır. Yani biz insaların gözleri ile algılayamadığı büyük bir alan var. İşitme organımız olan kulaklarımızdan örnek verirsek, duyum aralığımız 20 ile 20.000 hz arasındadır. Bu aralık da küçük bir aralığı temsil eder yani duyamadığımız frekanslar vardır. Şimdi, beynimizin duyu organlarımızdan gelen elektrokimyasal sinyaller doğrultusunda dış dünyayı tasvir ettiğini göz önümüze getirirsek gerçeklerimiz sınırlı gibi gözüküyor. Duyu organlarımızın toplayamadığı bu sayede de beynimizin algılayamadığı ama var olan başka gerçekliklerde olabilir. Gerçeklik dediğimiz kavram sadece bizim, yani insanların gerçekliği olabilir. Amerikalı Sinirbilimci ve yazar David Eagleman bu durumu Almanca’ da ‘çevre’ kelimesinin karşılığı olan ‘umwelt’ olarak dile getirir. David Eagleman‘a göre her canlı umwelt’inin değişmez bir gerçeklik olduğunu varsayar ve algılayabileceğimiz şeylerin dışında bir şeyler olduğunu düşünmez. Bunun yerine hepimiz, gerçekliği bize sunulan ne ise o olarak kabul ederiz. Yani biz insanlar açısından değerlendirirsek  kendi umwelt’imizin içinde var olur ve hayatımızı bu alanda sürdürürüz. Ve çoğu zaman da biyolojimiz ile sınırlandırılmış  bu alanın dışında mevcut oluşumların var olup olmadığını sorgulamayız. (Eagleman- Can we create new senses for human?-TED)

1999 yılında hayatımıza giren ‘Matrix’ filmini çoğu okuyucumuz anımsayacaktır. Filme değinmemin nedeni, filmin felsefesinde bahsettiğimiz konu ile bağlantılı enteresan bir yaklaşım vardır. Filmde yapay zeka insan ırkına göre büyük bir gelişme göstermiş ve insan egemenliğinden çıkıp bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Devam eden süreçte yapay zeka, kendi gelişimi için insanlığı kullanan bir oluşum haline gelmiştir. Orada insanların kendileri ve yaşadıkları dünya robotlar tarafından insanların beynine gönderilen algoritmalardan ibarettir. Bu Yapay hayatı da ‘Matrix’ olarak tanımlarlar. İnsanların yaşadıkları hayat gerçek olmayıp bir simülasyondan ibarettir. Aslında filmde olan şey, beyinlerimize robotlar tarafından yapılmış planlı sinyallerin gönderilmesi beynimizde bu sinyaller ışığında dış dünyayı anlamlandırdığı için bize gerçek olduğunu sandığımız resimler çizmesinden ibarettir. Bu bilim-kurgu filminin senaryosu algıladığımız , yaşadığımız gerçekliğe yönelik biraz korkunç olsa da değişik ses getirmiş yaklaşımlardan biridir. Ancak simülasyon düşüncesini benimseyenler kadar bu düşünceye karşı olan taraflar da vardır. Örneğin  yakın zamanda Oxford  üniversitesindeki bilim insanları yaptıkları deneyde  yaşadığımız büyüklükteki gibi bir evrenin simüle edilmesinin olanaksız olduğunu bildirdi.

Sonuç olarak yazımın başlığında da belirttiğim gibi gerçekler sandığımızdan çok daha fazlası olabilir. Algılayamadığımız dolayısıyla üzerinde düşünemediğimiz pek çok gerçeklik olabilir. Ancak her ne olursa olsun bu alanda yapılan ve yapılacak olan çalışmaların sonuçları bizleri heyecanlandırmaya,  aynı zamanda da derin düşüncelere itmeye devam edecek gibi duruyor.

Burak Yıldırım (majeurbe)

Editör: Zehra Garipli – 13.08.2022

Rapor Et

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    Detoks Yapmanın Faydaları

    Cehaletin Canını ‘Okuyun!’