içinde

Dilin Doğuşu ve Evrimine Kısa Bir Bakış

İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir araç olan dil, kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık ve yüzyıllar boyu gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurumdur.

Dilin yapısıyla ve bu yapının oluşturulması için kullanılan kurallarla ilgilenen dilbilimcilerin bu konuda farklı görüşleri ve teorileri olmakla birlikte görüşler, iki ana grup etrafında toplanır:

  1. Birinci görüşe göre dil, ilahi bir kaynaktan gelir. Bu tek kaynak, yani yaratıcı, insana dili armağan etmiş ve onu üstün kılmıştır. Dolayısıyla bütün diller tek bir dilden doğmuş olmalıdır. Bu görüşe inananlara Monojenistler denir.
  2. İkinci görüş ise ilahi kaynağı dikkate almadan ortaya atılan tasarı ve teorilerden oluşur. Bu görüşü savunanlar polijenistlerdir. Bu görüşte olanlara göre önce jest ve mimikler ve el kol işaretleriyle anlaşma sağlanmıştır. Daha sonra taklit ve yansıma sesler, dille çıkarılarak anlaşma zinciri genişletilmiştir. Nihayet kelimeler ortaya çıkmış ve dil dediğimiz anlaşmalar sistemi gelişip genişlemiştir.

Ancak dilbilimcilerin, ilk kelimenin doğuşu hakkında farklı görüşleri vardır. Hangi dilin en eski ve en yaşlı olduğu kesin olarak bilinmese de ilk kelimenin doğuşu önemlidir. İlk kelimenin doğuşu hakkında da farklı görüşler öne sürülen farklı teoriler mevcut. Bu teorilere kısaca bir göz atalım:

Yansıma Teorisi

Yansıma teorisi, Alman Max Miiller tarafından ortaya atılmıştır. Özetle bu görüşe göre dil; insanların, ses çıkaran varlıkların seslerini yansıtmasıyla kurulmuştur. Yani tabiattaki sesler taklit edilerek kelimeler yapılmış ve konuşma başlamıştır. Kuş ve hayvanların sesi, gök gürlemesi, su sesi gibi sesler kelimelerin doğuşu için bir örnek ve model teşkil etmiştir. Yansıma teorisine göre dillerin akrabalığı da yansıma seslerle yakından ilgilidir ve ona dayanmaktadır. Ayrıca bu teori, çocuk dilinde bulunan yansımalı kelime veya sesleri komut olarak gösterir. Ancak her dildeki yansımalı kelimelerin azlığı ve bütün kelimeleri yansımalara bağlamanın çok zor oluşu bu teoriyi eleştirenlerin temel dayanağı olan iki unsuru teşkil etmektedir.

Ünlem Kuramı

Bu teoriye göre ilk kelimeler ünlemlerdir. İnsanlar, ilk tepkilerini, ani olaylar karşısındaki şaşkınlık, öfke gibi duygularını ifade eden ünlemlerle ortaya koymuşlardır. Böylece ünlemler, tekrar edilmiş ve diğer kelimeler de ünlemlerden ortaya çıkmıştır. Tıpkı yansıma teorisinde olduğu bu teori için de dillerde ünlemlerin çok az yer tutuyor oluşu ve bir dilin kaynağını sınırlı sayıdaki ünlemlere bağlamanın zorluğu eleştiri sebebi olmuştur.

İş kuramı

İş kuramına göre ilk kelime, insanın iş yaparken çıkardığı seslerden doğmuştur. Yani dilin kaynağı iştir. Kısmak, kesmek gibi fiiller sırasında ortaya çıkan sesler insana anlamlı kelimeleri çağrıştırmıştır. Bu durumda önce fiiller ortaya çıkmış olmalıdır. Daha sonra da fiillerden isimler doğmuştur. Bu durumda fiille köken olarak hiçbir ilgisi bulunmayan kelimeler nereden gelmiş olabilir? (içmek-su, yemek-sütlaç gibi).

Beden Dili Kuramı

Bu teori dilin temelinin ses, mimik ve jestlerin oluşturduğunu savunur. Teoriyi savunanlar çocukları örnek göstererek isteklerini önce mimiklerle, jestlerle ifade etmelerini, daha sonra yavaş yavaş kelimeleri kullanmaya yönelmelerini işaret eder. İşte insan, ilk olarak dili bir çocuğun keşfettiği gibi bulmuştur. Önce her sese paralel bir mimik vardı. O halde kelimeler, mimik ve jestlerden doğmuştur. Açlık ve sevinç gibi değişik duygular, önce mimik ve ona bağlı bağırma veya mırıldanma ile kendini gösterir. Daha sonra tek heceli seslenmeler ve el işaretleri ortaya çıkar. Son aşamada ise istekler sembollerle yani kelimelerle ifade edilir. Daha sonra resim ve yazı ile ifade etme ortaya çıkar. Bu teori diğerlerine göre akla daha yatkın görünmektedir.

Güneş Dil Teorisi

Güneş Dil Teorisi, dünyadaki bütün dillerin kelime köklerinde Türkçe köklerin bulunduğunu iddia eden bir “köken dil” teorisidir. 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal Atatürk tarafından da desteklenmiş olsa da dilbilimciler arasında genel bir kabul görmemiştir. Teorinin ana düşüncesinde, Güneş’in bütün varlıklara ışık ve hayat vericiliği vardır. Tıpkı bunun gibi bütün dillere hayat veren dil, Türk dilidir.

DİLİN EVRİMİ

İnsanlarda iletişim kurma isteği çok güçlüdür ve dil, bunun için önemli bir araç sunar. Karmaşık düşüncelerin oluşturulması için gerekli olmasa da, dilin, kişinin içsel düşüncelerinin oluşmasına yardımcı olmak üzere evrimleştiği şüphe götürmez. Dil, uzun vadeli planlama ve soyut düşünme gibi bir dizi önemli zihinsel işlemleri mümkün kılarak, sembolik temsilleri basitleştirir.

Dilin evrimsel sürecinde değinilecek ilk isimler, 1990’da yayınladıkları “Natural Language and Natural Selection” adlı makale ile Steven Pinker ve Paul Bloom’dur. Pinker ve Bloom dil sürecinin bir adaptasyon olduğunu belirtir. İkiliye göre dil süreci, erken dönemlerde yaşayan insanların edindikleri bilgiler ve bu bilgilerin zamanla birikmesi ile bir iletme ihtiyacı doğmuş, bu ihtiyaçla birlikte, yıllar içerisinde gelişen ve “dil” haline dönüşen bir evrimsel adaptasyondur.

Diğer isim ise Noam Chomsky’dir. Chomsky dilin belli bir adaptasyon değil de evrimsel süreç ile ortaya çıktığı üzerine fikir beyan etmiştir. Dil öğrenme ve konuşmanın basit bir zihinsel süreç olmadığını, aksine bir Darwin’in ön adaptasyonla verdiği durumla ilişkili olduğunu belirtmektedir. Peki ön adaptasyon nedir? İlk başta farklı bir amaç için kullanıldığı ama sonrasında ana amacı dışında farklı bir alan için kullanıldığını söyleyen bir teoridir. Dilde de buna benzer bir süreç oluşmuştur; ilk dönemlerde alet yapmak için adapte olan insan beyninin bu adaptasyon süreci içerisinde dilin de ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Dilin evrimini araştırmak isteyen bilim insanları, şempanze ve makak maymunlarının beyinlerinde yaptıkları taramalar üzerindeki incelemelerde dilin evriminin 25 milyon yıl öncesine dayandığı sonucuna varmıştır.

Bütün bu bilgilerden yola çıktığımızda geçmişe dair pek çok şeyde olduğu gibi dilin nasıl bugünlere geldiği konusunda da net bir fikrimiz olmadığı sonucuna ulaşırız. Bu konuda farklı teoriler ya da düşünceler olsa da hepsi bir şekilde birbirlerine benzer ve bir diğerini destekleyebilecek noktalar içerir. Bu sebeple dilin gelişimini anlamak için dili yalnız başına değil, ona bağlantılı her şey ile birlikte ele alarak incelemek gerekir.

Kaynaklar: Turkdili.org, butunpsikoloji.com

Editör: semra – 15.01.2024

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Taraftar

semra tarafından yazıldı

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    Uzayda 1,3 milyar ışık yılı çapında devasa bir halka keşfedildi: ‘Evreni anlamamızı zorlaştırıyor’

    Yapay zeka sayesinde PCI işlemi oluşacak riskler öngörülebilir