Okumak; Kur’an’ı Kerim’in ilk emridir. Tanrı ilk olarak peygamberden okumasını istemiştir. Neden “dinle, anla, duy, hisset,” vb. dememiştir? Okumayı bu kadar kutsal kılan, tüm bilgilerin üstünde tutan ‘ilk bilgi’dir. Bilgi de düşünceden doğar. Çiçeklerin yeşermesi, meyvelerin olgunlaşması, kainatın ahengi, canlı ve cansız tüm varlıkların gizemi okumaktan geçer. Beyin olmadan kalbin atması nasıl anlam ifade etmezse okumadan da düşünme olmaz. Kitap okumanın sırrı da insanı düşünmeye sevk etmesidir. Hayatı, kâinatı, varlığı…Tüm bilgiler kitap süzgecinden geçmedikçe günyüzüne çıkmaz. Okumak insan için sudur, kalptir, havadır, hayattır, oksijendir. İnsanı dünyaya gönderen Kudret, insandan okumayı, bulmayı, araştırmayı, aklını ve yüreğini ortaya çıkarmasını ister. Peki okumak neden insana özgüdür? Çünkü dünyada görülen üç tür canlı vardır: Hayvanlar, bitkiler ve İnsanlar. Hayvanların iradesi yoktur, içgüdüleri vardır. Bitkilerin iradesi ve içgüdüleri yoktur. Ancak insanda hem irade hem de güdü vardır. Bu yüzden evreni, insanlığı, yaşamı güzelleştirmek, onarmak sorumluluğu insan üzerine yüklenmiştir. İnsanın üstüne yüklenen yükü ancak okuyarak hafifler. Ancak okumak salt bir dudak oynatmak, göz takibi yapmak, kalem tutmak değildir. Gazali’nin ifadesiyle okumak üç türlüdür: Dilin okuması kıraat, aklın okuması tefekkür, kalbin okuması hayattır. İnsanın doğumundan ölümüne değin yaşadığı tüm ilişkiler, durumlar aslında okumadır.
“Beşikten mezara kadar okumak” deyimi okumanın önemini vurgulaması açısından önemli deyimlerin başında gelir. Boyalama defterinden başlayarak insanın gördüğü, duyduğu, dokunduğu, tattığı, kokladığı her yerde okunmayı, anlaşılmayı bekleyen nesneler ve varlıklar vardır. Bazen küçük bir çocuğun balonlarını seyretmek okumadır. Bazen düşeni kaldırmak okumadır. Okumak kimi zaman öğrencinin gözyaşlarında kimi zaman da annenin ilk çocuğunu kucağına almasındadır. Okumayı en değerli kılan insanlar engellerine rağmen zorluklara göğüs geren dezavantajlı gruplardır. Yürüyemediği halde tekerlekli sandalye yardımı alan, görmediği halde değnekleriyle hayat mücadelesi veren kimselerdir. Çünkü bu grup insanlar hayatın içinde yer almak, topluma karışmak, diğer insanlarla aynı ortamı paylaşmak için hayatı kendi biricik, rengarenk pencerelerinden izler. Diğer insanlar onların görünüşlerine, konuşma tarzlarına, yaşam biçimlerine yabancılaşabilir. Onlar kendileri gibi görmeyip izole edebilir. Tüm bunlar engelli insanlara hayatı farklı bir gözle görmelerine fırsat verir. Görmeyen birine Picasso’nun “Ayna Karşısındaki Kız”, duymayan birine Mozart ‘ın ‘Küçük Bir Gece Müziği’ ile ilgili sorular sorduğunuzda verdiği cevapların sizleri ne kadar da şaşkına çevirebileceğini tahmin edemezsiniz. Engelli insanlar, engellerinin onlara getirdiği avantajları kendi okumalarından yola çıkarak değerlendirir.
Okumak; dipsiz bir kuyu, bitmek bilmeyen yolculuk, içtikçe susatan sudur. Okuyan her insan aslında kendine dürüst olursa ne kadar da güçsüz olduğunu kendine itiraf etmeye kalkar. Okumanın özünde yine insanın kendisi vardır. Bir süreliğine ıssız bir yere çekilip hayatını, dönemini, tanıdığı veya tanımadığı her şey üzerine bir mercekle bakan her insan hayatı ne kadar da az okuduğunu düşünmekten ve itirafını yapmaktan kendini alamaz. Okumak ömür üstüne ömürdür. Her kitap kendi okumasını yapar. Dünyada ne kadar insan varsa o kadar da özgün kitap vardır. Kitapların her yaprağı birbirine bağlı ve iç içedir. Sonuç olarak; her insan bir kitaptır. Her kitap eşsiz dünyadır.
Editör: Dergio Yardımcı Editör – 15.03.2025
Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!