içinde

MuhteşemMuhteşem HavalıHavalı

Yaşam Sorgulamaları & Bir Kitap: Ivan İlyiç’in Ölümü

”İvan İlyiç’in hayatı çok sıradan ve basitti bu nedenle de çok korkunçtu.” 

1886 yılında yayımlanan bu dramatik kısa roman, kısa dünya klasikleri listesinde yerini alıyor. İlahi bakış açısıyla kaleme alınmış olan bu eserde, anlatıcı diğerlerinin de hislerine değinse de ağırlığı başkahramanımız İvan’ın iç savaşına veriyor. Hayatını sonunda istediği hale getirmeyi başaran, mesleğinde terfilerden terfilere koşan İvan, tabiri caizse hiç ölmeyecekmiş gibi kendini hayatın akışına kaptırmış ve ansızın hastalanıyor ve hayatı bir daha asla eski haline dönemiyor. Öleceğini öğrenen, bunu hisseden bir insan ne yapar, adım adım nasıl hayattan kopar yakından tanıklık ediyoruz.

İnsanoğlunun aslında doğasında olan ölümün ne kadar da yakın olduğunu görüyoruz, henüz dünyaya gelmeden dahi ölümle anlaşmış oluyoruz. Peki bunun gerçekten farkında mıyız?

Hayatımızı sorgulatan bu ince ama ağır romanda, ölümü çok kez düşüneceksiniz.

Doğru yaşamak nedir, sıradanlık nedir, kötü müdür?

Keşkeler ve acabalarla nasıl baş başayız, bunlarla baş etmenin bir yolu var mı?

Hala bilmiyoruz. Belki de insanlığın başından beri düşünülen bu konuda, cevapsız sorular gittikçe artıyor. Ölüm döşeğinde olan bir adam hayattan an an koparken, diğerlerinin hala bomboş umutlarla yaşamaya çalışması, ömürleri hiç bitmeyecekmiş gibi boş dünya mallarıyla kendilerini avutmak için koşuşturması devam ediyordu.

“Kocasının karşısında susmanın yüce bir davranış olduğuna inanan Praskovya Fiyodorovna, hayatını zehir eden çekilmez bir adamla evlendiği için kendine acıyordu. Kendisine acıdıkça, hıncı da zamanla arttı. Hatta kocasının ölümünü bile dilemeye başladı, ama geçimleri için gereken parayı düşününce bu dileğinden vazgeçti.”

Yalan ilişkiler, sahte hislerle kendimizi kandırdığımız zamanlar oluyordur illa ki, tıpkı bu alıntıdaki gibi.

Bir amaç uğruna sevmediği bir adama hayatını vermek, bedenini ve ruhunu paylaşmak ne kadar doğru olabilir?

Ölene kadar yaşayacağı rahatlık için buna değer mi? Bu soruları sorarken bir soru daha belirdi aklımda, birini sevmek ile birinin sağladığı hayatı sevmek arasındaki farkı biliyor muyuz? ( aşk evliliği mi mantık evliliği mi de diyebiliriz buna)

“İvan İlyiç ölmekte olduğunu görüyor, büyük bir umutsuzluk içinde çırpınıyordu. Ölmekte olduğuna derinden inanmakla birlikte, buna alışmak şöyle dursun, ölümün nasıl bir şey olduğunu anlamıyor, anlamak istemiyordu. Kiesewetter’in mantık kitabındaki şu akıl yürütmeyi anımsadı:

‘Gaius bir insandır, insanlar ölümlü olduklarına göre Gaius’ da ölümlüdür.’ ama Gaius için doğruydu bu, kendisine gelince durum değişiyordu. Gaius bir insandı, hem de sıradan bir insandı; sıradan biri için sonucun böyle olması doğaldı. Kendisi ise ne bir Gaius idi, ne de sıradan bir insan; öteki insanlardan ayrı, bambaşka biriydi.”

Kimse kendisine ölümü yakıştıramaz, ama neden ? Ölüm de doğmak kadar sürecin bir parçası değil mi ? İşinde iyi olmak, başarılar bizi diğerlerinden farklı kılar mı ?

Cevap çok net bir şekilde hayır olmalı !  Ölümün gözünde diplomanın, maaşın veya statünün hiçbir önemi yoktur, bunlar sadece insanlarca değer görür. – ölümün mükemmel bir eşitleyici olduğunu Poe’nun Kızıl Ölümün Maskesi adlı kısa hikayesinde de görmüştük –

“İvan İlyiç yalnız kalınca inlemeye başladı; inlemesi, şiddetlenen ağrılarından çok, içinin sıkıntısındandı. ‘her gün aynı şey… bitmeyen geceler ve gündüzler… çabuk olsa bari! ama çabuk olacak ne? ölüm, karanlık?… hayır, hayır! ölüm olmasında ne olursa olsun!”

Ölüm, bir bilinmezliğin başlangıcıdır aslında. Hayata yeni gözlerini açmış bir bebek kadar korku duyar, sonrasının ne olacağını bilmediğimiz için kaçmaya çalışırız. Ama dediğim gibi, ne doğumdan nede ölümden kaçış yoktur aslında ve doğduğumuz anda başlarız ölüme adım adım yakınlaşmaya.

“Praskovya Fiyodorovna içeriye halinden memnun, aynı zamanda suçlu bir tavırla girmişti. kocasının yanına oturdu, sağlık durumunu sordu. İvan İlyiç, karısının bunu durumunu öğrenmek için değil, laf olsun diye sorduğunu biliyordu.”

İvan, acısının anlaşılmadığını, boş teselliler duyduğunu biliyordu. Elbette hayatlarını durdurmalarını isteyemezdi onlardan, ama katlanamıyordu da onların bu yaşam sevdasına.

Belki de bir meslek hastalığıydı yalanları çok iyi anlayabilmesi, tabii buna hastalık denebilirse, eşinin, kızının ve doktorunun ona iyi olacaksın demelerine tahammül edemiyordu. Yaşarken yeteri  kadar kandırmıştı kendini yalanlarla, ama ölürken – hayatın tek gerçeğiyle yüzleşirken- daha fazla katlanamıyordu bunları duymaya.

Sorgulayan ve sorgulatan bu kitabı belki de birden fazla kez, hayatımızın farklı dönüm noktalarında okumalıyız .Eğer siz de okumayı düşünürseniz yanınızda bir not defteri tutmanızı öneririm.

Şimdiden iyi okumalar 🙂

 

Editör: Fatih Düz – 20.07.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    İnsan Yalnız Kalmaktan Neden Korkar?

    Yurtdışında Eğitim Almak İçin En İyi Üniversiteler