içinde ,

MuhteşemMuhteşem HavalıHavalı İnanılmazİnanılmaz

John Keats’ten Behçet Kemal Çağlar’a “Bir Yunan Vazosuna Övgü”

Romantizmin en belirgin şiirlerinden “Ode on a Grecian Urn” Türkçe adıyla “Bir Yunan Vazosuna Övgü” son cümlesiyle edebiyat dünyasında ses getirmiş ve yazarının adını birçok atmosferde yankılatmıştı. Behçet Kemal Çağlar‘ın çevirisi sayesinde de Türk Edebiyatında ismi duyulan bu şiirin alt metninde ne yatıyordu gelin yakından inceleyelim.

Kimdir bu John Keats?

1795 yılında Londra’da doğan Keats, dört kardeşin en büyüklerindendi, 8 yaşında babasını, 14 yaşında annesini kaybettikten sonra bir cerrahın yanında çalışması için verildi. Yazma çalışmalarına her ne kadar hayatının çoğu döneminde yer verse de hayat onu bir şekilde edebiyattan alıkoymaya çalışıyordu. Şiire olan tutkusu 21 yaşında tıbbi kariyerine başlamasına izin vermeyerek edebiyata yönlendirdi. Hatta bir alıntısında “Şiirsiz varolamayacağımı anladım” dediği aktarılmıştır. Yazar Leigh Hunt ve ressam Benjamin Robert Haydon ile dostluk kurup sanat çevresini genişletti. Eserlerinde John Milton, Shakespeare ve Edmund Spenser esintilerini görmek mümkün. Kendisi, her ne kadar yaratıcılığını eserlerin yansıtmaktan bir an bile kaçınmasa da kardeşini 1818 yılında veremden kaybedip kasvetli yıllara geri döndü ve aynı yıl aşık olduğu Fanny Brawne’a yazdığı şiirler bile onu bu durumdan çıkaramadı ve hastalandı. Parasızlıktan ne tedavi olabildi ne de Fanny ile evlenebildi. Verem ölümcül boyuta ulaştığında 25 yaşındaydı ve o yıl İtalya’da hayata veda etti. 25 yıllık hayatında şiirsel dili ve imgeleri profesyonelce kullandığı üç kitap bıraktı geriye: Poems (1925); Endymion (1818); Lamia, Isabella, The Eve of St. Agnes, and Other Poems(1820).

Ode on a Grecian Urn

Keats’in Ode on a Grecian Urn’, ‘Ode on Indolence’, ‘Ode on Melancholy’, ‘Ode to a Nightingale’ ve ‘Ode to Psyche’ olmak üzere beş gazelinden biri olan bu şiirde metaforlardan tarihi atıflara; tasvirlerden zaman kavramına kadar çoğu terim oldukça sezilebiliyor. Direkt olarak durağan bir objeye edilen bu edebi hitabın içine adeta bir dünya sığdıran Keats, vazonun her bir bölümündeki resmi bir film sahnesi gibi şiirine taşıyor. Genel tabirle şiir sanatın, güzelliğin ve gerçekliğin birbirine yakınlığına odaklanmakta.

“Thou still unravish’d bride of quietness,
Thou foster-child of silence and slow time,
Sylvan historian, who canst thus express
A flowery tale more sweetly than our rhyme:
What leaf-fring’d legend haunts about thy shape
Of deities or mortals, or of both,
In Tempe or the dales of Arcady?
What men or gods are these? What maidens loth?
What mad pursuit? What struggle to escape?
What pipes and timbrels? What wild ecstasy?”

Burada ilk olarak Keats birisine hitap ile başlamış şiirine “Sen, sessizliğin huzursuz gelini, yavaş geçen zamanın ve sessizliğin çocuğunu besliyorsun!” Aslında vazonun ta kendisini muhatap aldığı ikinci satırdan hissediliyor. Bu kişileştirme ise adeta vazoyu sonsuzluktan evlat edinilmiş bir çocuk olarak görmesini aktarıyor bize, zira kendisi şiirde genel olarak “zaman bir anlığına dursa ne olurdu” sorgusunu gündemde tutuyor. Pastoral güzellik ise Tempe ve Arkadya adlı Grek terimleriyle ilkbaharı simgelemesinden dolayı ön plana çıkıyor.

Son satırlarda ise hep soru kalıbı ile başlayarak kendisinin de aslında bizle akışta olduğunu ve hikayeyi bizimle beraber merak ettiğini aktarıyor. Vazonun üzerinde bir kız var ve onu kovalayan bir erkek. Bunların kim olduğunu ve bu kaçışın neden olduğunu da tekrar vurguluyor. Daha sonra müzik aletleri ve mutluluk tasvirini gördüğümüzde bunun aslında bir kovalamaca oyunu olduğunu anlıyoruz.

Heard melodies are sweet, but those unheard
Are sweeter; therefore, ye soft pipes, play on;

Burada da duyulan melodilerin aslında herkesçe ahenk unsuru olarak düşünüldüğünü ama duyulmayanların yani vazonun üzerinde o müzik aletlerini çalan ve eğlenen figürlerin şarkılarını asla duyamayacak fakat hep merak edip nasıl bir beste olduğunu zihnimizde tasarlamaya çalışacağız. Bu sebeple hayal ettiklerimizin duyduğumuz ama zamanın içinde kaybolmaya mahkum bazı ezgilerden kat kat daha güzel olduğunu kaleme almış Keats.

“Fair youth, beneath the trees, thou canst not leave
Thy song, nor ever can those trees be bare;
Bold Lover, never, never canst thou kiss,
Though winning near the goal yet, do not grieve;
She cannot fade, though thou hast not thy bliss,
For ever wilt thou love, and she be fair!”

Zamanın küçük kapsülü bu vazo üzerindeki ağaçlar asla yapraklarını dökmeyecek, ilkbahar sonsuza dek sürecek, aşıklar birbirini öpemese de mutlulukları hiçbir zaman solmayacak çünkü her zaman birbirlerini sevmeye devam edeceklerdi. Keats’in bu satırlarında zaman durmuştu. Birileri bugün bile müzeye gelecek vazoyu görecek ve o figürleri kendilerince tasvir edeceklerdi. Vazo üzerindeki her bir motif o anda sıkışıp kalmışlardı.

 “When old age shall this generation waste,
Thou shalt remain, in midst of other woe
Than ours, a friend to man, to whom thou say’st,
“Beauty is truth, truth beauty,—that is all
Ye know on earth, and all ye need to know.”

İnsan hayatı sonluydu, yeni kuşaklar gelip geçecekti ama vazonun üzerindeki her an tekrar tekrar başa saracak insanların doğru veya yanlış tahminlerini müdahale edemeden bağrına basacaktı. En sonda ise yazar “Güzellik gerçektir, gerçek güzelliktir, Yeryüzünde bildiğimiz ve bilmemiz gereken tek şey budur” sözü ile ölümsüzleştiriyor şiirini. Şiir boyunca betimlediği özne ile özdeşleşen Keats, şiirin sonunda kendini bir anda resmin dışına çıkarıyor ve okuyucuya gerçekliğini aktarıyor biz de tüm bu satırlarla baş başa kalıp kendi anlamımızı çıkarma şansı buluyoruz.

Ekfrasis Tekniği:

“Ek” ve “phrasis” kökleriyle birleşen bu terim, gerçek veya hayal ürünü bir sanat eserinin genellikle dramatik olarak anlatımına verilen addır. Böylece okuyucu karşısındaymış gibi anlatılır çünkü resim ve şiir birbirini tamamlar ve görselleştirilerek hayal gücü yoğun bir şekilde katılır yazılara. Hatta Sokrates de bir söyleşisinde yazı yazmayı resim yapmaya benzetir. “Yazının tuhaf yanı da bu, resme tam tekabül edebiliyor. Ressamın eseri gerçeğin kendisi gibi gözlerimizin önünde durur ama onu sorgularsan, görkemli sessizliğini korur. Yazılı kelimeler için de böyledir . Akıllılarmış gibi seninle konuşurlar ama anlattıkları hakkında daha fazla bir şeyler öğrenmek için bir soru yöneltirsen söylediklerini sonsuza kadar yinelerler.” Ekphrasis’i oldukça kullanan John Keats, Romantizm akımına da bu teknikle büyük katkıda bulunmuştur. Hatta bu satırları yazarken vazoyu çizmeyi de ihmal etmemiştir:

Behçet Kemal Çağlar Çevirisi

Çağlar, bu şiiri “Bir Yunan Vazosuna Övgü” şeklinde Türkçeleştirse de bazı kaynaklarda “gazel” olarak da adlandırılmıştır. Dünya şiir antolojisinin ikinci cildinde de yerini almıştır. Edebi eserlerde birebir çeviri pek de mümkün olmadığından yazar birkaç rötuş yapıp şu şekliyle sunmuştur:

Bir Yunan Vazosuna

Hey sessizlik!. Eşikte el değmeden bekleyen,
Kıvrak bükülüşlerle süzülüp duran gelin!
Ağlamadan, gülmeden toprakta emekleyen
Güzel çocuk sütanan Vakfın elinde elin …
Yüzyıllardır söylenegelmiş ve bitmemiş te,
Ölmüşleri ölümsüz yapan masallar işte,
Uzandıkça dolanan sarmaşık üzerine …
Bizdeki bozuk düzen mırıltılar yerine
Birşeyler anlatıyor, içli, sessiz, derinden
“Arkadya”nın duygular akan düzlüklerinden …
Gün geçer, güzelleşir duyulmuş şakımalar;
Duyulmamışlarında daha da güzeli var;
Üstündeki resimde üflenen, duyulmayan
Makamlar işte öyle alımlı, zorlu yaman
Şu güz bilmez ağaçlar altında gelmiş dile.
Şu atılgan, gözü pek, sevimli aşık hele.
Bekleyecek hep böyle uzanmış o genç dudak;
Aklından geçmez bile bir an için sızlanmak
Çünkü sevgili hep bu, hep hurda, bekliyor hep,
Uzanıp öpemesin, öpmemeye yok sebep!
Böyle diri, tetikte, böyle istekli her an
Mutluluk kadehini boşaltıp da kırmadan
Yüzü buruşturmadan hep içmeyi beklemek
Ne tadına doyulmaz ne vazgeçilmez emek!
Var öpme o dudağı; kapanmasın gülüşün.
Kalb böyle çarparsa, biter ömür bir günde, düşün,
Duracaksın hep böyle, alımlı, zorlu, sıcak,
Hep böyle çarpan kalbin hep böyle genç kalacak!
Her siniri bir düğüm, her bakışı bir hile;
Burkulmuş dilleriyle, yanan alınlarıyla.
Yürekleri çarpmaktan bıkan insanların, sen,
Havasında hep böyle yaşamak, ne zevk, bilsen!
Kutlu şey! Güzel duruş! Eşsiz, benzersiz şekil;
Amacı kekeleyen kelimelerle değil;
Birkaç beden çizgisi, bir dal, bir çeşme tası,
Çiğnenmiş ot, çalınmış çalgı, bir taş parçası
En işlek dil olmuş ta, bilinen bugün-yarın,
Sırrını fısıldıyor bize sonsuzlukların …
Gönül! bak, gözlerini örten dumanı sil de;
Vazo! bunu tekrar et, ona daha eğil de.
“Bunu bil, yeter sana, yeryüzünde bunu bil!
“Güzellik, büyük gerçek, tek gerçek, başka değil!..”

Aslında yalnızca durağan bir objeye odaklanılmadığı ve hayatın küçük bir vazodan okunduğu bu şiirde sizce sanat, anı gerçekten dondurabilir miydi yoksa her şey kaybolmaya mahkum muydu?

Editör: Doruk Adakoğlu – 07.06.2023

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Yazar

bengysu tarafından yazıldı

bazen yazar, çoğu zaman çizer

TestçiMakale YazarıListe UstasıYorumcuÜyelik Yılı

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    İngiliz robot cerrahlar endometriozisli kadınları tedavi ediyor

    İngiliz Robot Cerrahlardan Endometriozis Tedavisi

    Aslında Travma Tepkisi Olan Kişiliğim Sandığın 5 Davranış