içinde

MuhteşemMuhteşem

Saçların Tarumar

Adım Süheyla. Babam ve Leyla’nın ortak kurdukları hayallerinde karar verdikleri isim. Ama hayalde ufacık bir değişiklik olmuş ve Leyla, Gülsüm oluvermiş. Süheyla’ya iki de küçük oğlan eklenmiş.

Gülsüm, sarı uzun saçları ve yemyeşil gözleriyle on beş yaşında evlendirilmiş aniden, Rıza ile hiç rızasız. Böylece çocuk yaşta başlamış, güneşle beraber evde yükselen sese boyun eğmeye. Çünkü Rıza gözünü açtığı gibi Gülsüm’e bir acı kahve yaptırır, sonra da pikabın kapağını kaldırırdı yıllardır. Biz de üç kardeş kendimizi bildik bileli aynı şarkıyla uyandık. Evin içinde son ses yükselen aynı şarkıyla… Bir gün bile aksamamıştır, o plak yerine yerleştirilir ve güne başlanırdı.

 “Saçların tarumar, gözlerinde nem

Ateşe benzerdin, küle dönmüşsün.”

Bir gün bile güzel bir sözle, tatlı bir dille hatta kuru da olsa bir günaydınla uyandırıldığımız olmamıştır. Uyandıktan sonra da şarkı bitene kadar tık ses çıkarmak yasaktır. Yatağında ya sessizce şarkının bitmesini beklersin ya da kulaklarına pamuk tıkar uyumaya devam etmeye çalışırsın. Büyüdükçe kalkıp pikabı parçalama isteğin de büyür. Bazen miden bulanır, kalkar ses çıkarmadan tuvalette kusarsın. Oğlanlar sessizce gözlerinin içine bakar bazen. Onları iki kolunun altına alır, kara saçlarını öpersin.

Gülsüm ise mutfak önlüğünün ardına sığdırdığı herkesçe önemsizleştirilen küçücük dünyasında; patates ve un çuvalları, dizilen konserveler, salçalar, poşetlenen kışlıklar dökülen ballar, yalanan fayanslar ve davlumbaz uğultusunun arasına sıkışan bir yara bandıydı sadece.

Öyleydi çünkü gerçekten de Rıza’ya göz göre göre seçilmiş, adeta feda edilmiş, üstelik de güzel bir yara bandıydı. Öyleydi çünkü kendinden on yaş büyük Rıza fakültenin son sınıfında taptığı Leyla tarafından terk edilmiş ve leyla Rıza’nın en yakın arkadaşıyla evlenivermişti. Rıza bu olaydan sonra kendini bir türlü toparlayamamış okulu da bitmesine bir final kala bırakıvermişti. Ve oğullarının bu durumuna dayanamayan aile meclisi toplanmış, bencilce ve bana göre canice bir kararla uzaktan akraba kızı Gülsüm’ü kurban seçmişlerdi. Ve bu evin duvarlarında on yedi yıldır yankılanıyordu kabus.

“Saçların tarumar, gözlerinde nem

Ateşe benzerdin, küle dönmüşsün

Hayal mi gerçek mi gördüğüm bilmem

Elden ele gezen güle dönmüşsün.”

Rıza her sabah bu şarkıyla Leyla’nın çok pişman olduğu hayalini kurar ve aileden gelen bir bencillikle mutlu olurdu. Hatta evdeki televizyon konsolunun çekmecesinde Leyla’nın fotoğrafları olan bir albüm vardı. Arada bakılır, düzenlenir, yerine koyulurdu. Her şey herkesçe bilinir, Gülsüm’ün yanında tüm ayrıntılarıyla konuşulurdu. Öyle normalleştirilmişti ki bu durum, Gülsüm sanki hisleri alınmış alelade bir eşya gibi yapması gerekenleri zorunlu olarak yapan ve köşesine çekilmesi beklenen silik bir obje olarak görülüyordu. Ben de günden güne büyüttüğüm öfkemle ismimi reddediyor, sözümü geçirebildiklerime kendime Süha dedirttiriyordum.

Annemin otuz iki yaşına bastığı o sabah, biyolojik saatimin bana zorunlu olarak öğrettiği zamanda gözlerimi açtım. Önce kulaklarımda pamuk var zannederek baş ve işaret parmaklarımı kulaklarıma götürdüm. Beş duyum da açıktı. Ve evde çıt ses yoktu. Biraz daha bekledim ama yoktu. O nefret ettiğim ve nefretimle ne yapacağımı bilemememe neden olan o şarkı yoktu. Kardeşlerimle paylaştığım odadan çıktım ve salonun kapısından içeriye kafamı uzattım. Babam her zamanki koltuğunda elinde annemin yaptığı kahvesiyle oturuyordu. Önündeki sehpadan hiç kalkmayan pikap artık orda değildi. Üç adım daha yaklaştım.”Noldu baba? Pikap mı bozuldu” dedim. “Hayır bozulmadı.” dedi babam. Olduğum yerde dikilmeye devam ettim istemsizce ve cevap bekleyerek.

— Dün yolda yürürken Leyla’yı gördüm.

— Eeeeee?

—- Saçları tarumar değildi.

Döndüm ,aynı anda salonun kapısında ani bir dönüşle beraber üstündeki mutfak önlüğünü çözüşünü gördüm annemin. “Süha gel kızım yardım et.” dedi.

Dört küçük valize sığdırdık gelişi güzel atarak annemin on yedi yılını. Annem dalgalı altın sarısı saçlarını omuzlarından aşağı saldı, gözlerini sürmeledi. Oğlanları ve annemin tüm güzelliğini yanımıza aldık. Artık gidebilirdik. Babam iyileşmişti. Onu kaşındıran bant izleriyle baş başa bırakıp kapıyı çekip çıktık.

Editör: Fatih Düz – 13.07.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Yazar

Deniz Özeri tarafından yazıldı

1973 Uşak doğumlu.
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kimya Öğretmenliği bölümünden mezun.
Sınıf Öğretmeni.
"Bir Kıvrım Gülümseyiş "şiir kitabının yazarı.

Makale YazarıYorumcuÜyelik Yılı

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    Etkili Ders Çalışma Yöntemleri

    Korkular, Kuşkular, İhtimaller