içinde

MuhteşemMuhteşem

The Handmaid’s Tale (Damızlık Kızın Öyküsü)

Kanadalı yazar ve feminist Margaret Atwood’a ait, 1985 yılında yayınlanan ve Türkçesi “Damızlık Kızın Öyküsü” olan kitaptan 2017’de uyarlanan distopya-drama-trajedi dizisidir.

Bu diziyi ilk duyduğumda aşırı depresif yorumlanması nedeniyle izlemeyi uzun süre ertelemiştim. Nihayet pandemi sürecinde fırsat buldum ve yaklaşık bir haftada 3 sezonu aralıksız ve soluksuz izledim. Geçen 28 Nisan’da 4. sezona ait ilk 3 bölüm yayımlanmış, henüz bu bölümleri izleme fırsatım olmadı ama ilk 3 sezon için söyleyeceğim çok şey var. Merak etmeyin, spoiler içermez!

Öncelikle bu dizi değme korku filmlerine taş çıkartır derecede korkutucu ve rahatsız edici. Medeni bir ülkede distopya sayılabilecek olan bu bilim-kurgu Ortadoğu’da yaşayan bizler için sıradan hale geliyor. İzlerken tüylerim diken diken oldu, birçok sahneden midem bulandı ve kalbim hızla attı. Bu konuyu bu kadar korkutucu ve rahatsız edici yapan ise canavarlar, karanlık, aniden yükselen ses, gizem ve bilinmezlik değil. Tam aksine toplumda aramızda yaşayan sıradan insanların neredeyse her yerde karşılaştığımız aşırı sağcı, rahatsız edici fikirlerinin, tutum ve davranışlarının bu dizide hayata geçmiş olması.

Yani bugünlerde televizyonda veya sosyal medyada karşılaştığınız, kadınların toplum içinde kahkaha atması, doğum kontrolünün günah olması, kadınların her anlamda eşlerine tabi olmaları, asli görevlerinin çocuk yapmak olması, çocuk yaşta evlenmek, okumanın yasaklanması, dini kurallara göre yönetilme gibi aşırı bağnaz durumları dizide görmek mümkün. Bu dizi işte tam da bu noktada, önemseme geç diyenleri, eylemsizleri ciddi şekilde eleştiriyor ve bu tutumun gelecekte neye mal olacağını tokat gibi suratınıza çarpıyor.

Doğum oranlarının düşmesi, çevre kirliliği, kıtlık gibi yakın gelecekte karşılaşacağımız sorunlar bahane edilerek işi idare edemediği gerekçesiyle mevcut yönetime (ABD) darbe yapılıyor ve dini yönetim tek kurtuluş denilerek tüm bu aşırı fikirler hayata geçiriliyor. Yeni kurulan baskıcı ve totaliter yönetimin adı ise “Gliead.” Dizide nerdeyse herkes giderek ağırlaşan şartları, muhafazakarlaşan kuralları ‘geçici süreyle gerekli bir tedbir’ olması nedeniyle sessizce kabulleniyor ve sonunda tepki vermedikleri tüm o aşırılıklar gün geliyor herkesin hayatlarını zindana çeviriyor; özellikle de kadınların ve çocukların. Gliead’da kısır olmayan kadınlar yüksek rütbeli komutanların damızlıkları oluyor. Dizi, damızlık olan Boston’lu bir kadının June Osborne’un hikayesini kendi gözünden anlatıyor. June kendi kendine yaptığı konuşmalarda şöyle diyor: “Hiçbir şey bir anda değişmez, derece derece ısınan bir küvette farkına varmadan haşlanarak ölürsünüz.”

Oyuncu seçimlerini çok başarılı buldum, karakterler mimikleriyle oynamış resmen. Oyuncular o kadar doğal ki Türkiye’de gördüğümüz yapma bebek, ifadesiz ama güzel, dal gibi oyuncuları görmeye alışık olduğumuz için biraz garip hissettirdi.

Özellikle ilk iki sezon hikayenin gidişatı çok ağır zaman zaman sıkıcı bile diyebilirim. Ama sonunu o kadar çok merak ediyorsunuz ki izlemeden duramıyorsunuz. 3. sezonda işler biraz daha hızlanıyor özellikle de 3. sezon 11. ve 12. bölüm diğer bölümlere göre daha farklı. Hızla akıyor ve nefes kesici. Bu iki bölümün yönetmeliğini “Mustang” filmiyle adını duyuran Deniz Gamze Ergüven’in yaptığını gururla söyleyebiliriz ki İmdb’de en yüksek puanlı bölümler bu ikisi.

Görüntü açısından değerlendirmek gerekirse, handmaid’ler (damızlık kadınlar) sadece kırmızı giyiyorlar. Komutan eşleri (yüksek sınıfa dahil kadınlar) mavi/yeşil tonları, hizmetçi kadınlar haki, çalışan kadınlar kahverengi giyiyorlar. Hiçbir işe yaramayan kadınlar ise kolonilerde çalışmaya zorlanıyor ve ölüme terk ediliyorlar. Bu kıyafet prensibi sınıflar arasında keskin bir ayrım yapılmasına yardımcı oluyor. Dizideki atmosfer ise sürekli kurşuni gri, iç karartıcı ve yaratılmak istenen dünyanın karamsarlığını iyi aktarıyor.

Hikayedeki tüm kadınlar bir şekilde baskı altında, yüksek sınıfa dahil olsanız bile kocanızın boyunduruğu altındasınız, eşlikçiniz olmadan evden dışarı adım atamazsınız, mülk sahibi olamazsınız, araba kullanamazsınız, kitap okuyamazsınız, herhangi bir konuda fikir beyan edemezsiniz, eşcinsel olamazsınız. Tüm bu eylemler suçtur ve parmak kesilmesi, asılma, taşlanarak öldürülme gibi cezaları var. Elbette dindar yasalar yürürlükte. Damızlıklar cariye değiller, yürüyen rahim gibi bir tanımlamaları var. Onlarla yapılan cinsel birliktelik (seremoni) yalnızca bir gereklilik. Bu sahneler gerçekten çok rahatsız edici çünkü birçok normalleştirilmiş tecavüz sahnesine tanıklık ediyorsunuz. Zaten bu normalleştirmeyi birçok sahnede gözünüze sokuyorlar. “Bu size şimdi sıradan görünmeyebilir, ancak bir süre sonra sıradan görünecektir. Sıradan olacaktır.”

Sonuç olarak, ben diziyi çok beğendim ve herkesin izlemesini tavsiye ederim. Özellikle kadınlar için izlemesi hiç kolay değil, baştan söylemek lazım.

Editör: Oğuz Yılmaz – 04.08.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Uzman

vitalis tarafından yazıldı

23, intj, 5w6

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    1. Bunu izlerken içim sıkıldı ama beni derin düşüncelere itti. Sağcıların ve kendini dindar sananların yaratmak istediği ütopya tam olarak bu filmdeki gibi. Ne peygamber ne de Tanrı kadınların böyle bir hayatı olsun istemedi zaten yaşarken de peygamberimizin hiçbir kadına böyle davranmadığını görmemize rağmen sağcıların Allahçılık oynaması toplumları bu hale getirebilir. İnsani haklarımızı korumamız lazım ses çıkarmamız lazım yoksa işler bir anda bu noktaya gelebilir. Kendini dindar zanneden zavallı yığınlara hayati kararlarımızı teslim edemeyiz. Esas dindarlık kimseyi yargılamamak ve hayatına müdahale etmemek, Tanrının verdiği irade hakkına saygı duymak iken kendi hasta ruhlarını böyle tatmin ediyorlar. Dinden bihaber yaşayan ve dini sadece erkeklere ait sanan bu zihniyet magdalalı Meryem’i bile hıristiyan aleminden sakladı, kadın olduğu için…

    Daha fazla yorum yükle

    Kwai Köprüsü ya da Ölüm Rayları’nın Hikayesi

    Dünyanın En Güzel Kütüphaneleri