içinde

MuhteşemMuhteşem

Bir Film Eleştirisi: The Sea Inside (2004)

Ölüm…

Kaçıp kurtulamadığımız, her anımızın yakasına yapıştığını hissettiğimiz, dört duvar arasında sıkışacağınız ve kurtulamadığınız bir illet. Yaşamaksa onunla eş değer… Ölüm teması üzerinden yola çıkıyor “ The Sea Inside” ama direkt “ ölüm” fikri üzerinden yola çıkmıyor ve hayata dair tabiri caizse her şeyi içinde barındıran sert bir yumruk yiyebileceğiniz bir yapıt olarak karşımızda. Umut, hüzün, dibe çöküş, keder, intihar, insanın kendisiyle kavgası… Film, gerçekliğe dayanan yaşanmış bir hikaye olan Ramon Sampedro hayatı üzerinden anlatılıyor.

Ramon’un asıl hikayesine dönecek olursak; yukarda da bahsedildiği gibi Ramon, Galiçya bölgesinde yaşayan denize tutkulu bir adamdır. Ramon için her şey denize atladığı gün bel kemiğinin kırılması sonucu değişiyor. Hayatını yatalak şekilde geçiriyor. Ramon’un tek hayali yaşamına onurlu bir şekilde son verebilme hakkını kazanmak. Diğer anlamıyla “ Ötanazi “ hakkını kullanabilmek istemek de en doğal hakkı olduğunu düşünüyor.

Filmin başlarından itibaren hikayemiz  böyle başlıyor, kendi hayatına son vermek üzere bu yolda olan Ramon’un gazetecinin ‘neden ölümü seçiyorsun’ sorusuna Ramon’un verdiği ‘ölmek istiyorum çünkü bu şartlarda sürdürülen bir hayatın saygınlıktan yoksun olduğunu düşünüyorum’ sözü filmin başlangıcından itibaren zihnimizde yerini koruyor.

Yatağa bağlı yaşam kendisi için özgürlükten tutsak bir mahkuma benziyor diğer anlamda, bu nedenle de Ramon tekerlekli sandalyeyi reddediyor. Filmin ilk bölümünde Julia ile aralarında olan diyaloglar keskin ve bir o kadar derin, belki de hayatları bir o kadar benzeştiğinden. Hikayenin kendisi Ramon olduğu için de hikaye de kendi etrafında dönüyor. Julia’nın dikkatli dinleyişleri o ciddi görüntüsü bir anlamda filmin etkileyiciliğini filmin başından itibaren arttırıyor.

Filmin başından itibaren hayat kavgası, ve ölüm arasında çırpınan hayatlara Ramon’un gözünden bakıyoruz. Şiirsel metinlerle geçişler sağlanıyor. Ramon’un bir televizyon ekranında belgesel vari anlatısında bu kadar gülmesine karşı cevabı ise “Bir şeylerden kaçamadığında ve tamamen etrafındaki insanlara bağımlı olduğunda gülerek ağlamayı öğreniyorsun “ oluyor. Ölümü düşünenin gözünden bakıyoruz filme de. Julia karakterinin gözünden sorular keskinleşiyor adeta. Ramon’un verdiği cevaplar da bir o kadar derin oluyor.

Ramon’un hayatına iki kadının girmesiyle birlikte değişen bir sürece tanıklık ediyoruz, en belirgin karakter burada Julia oluyor, ki derin bir tutku oluyor aralarında, diğer karakter de filmin ilk yarısında gördüğümüz Rosa karakteri olduğu gibi davranan, televizyon ekranında Ramon’u görmesiyle kendisinin yanına giden onu ikna etmeye çalışıyor.

Ölümü her gün arzulayan Ramon, kendisini hareket ettiremese de çevresindekilere ilham vermenin ötesini geçiyor. Ramon’un acı dolu yaşamında ölüm arzusu kuvvetli olsa da acı ile gülmesini iyi biliyor Ramon, ‘acı geçmeyecek, en azından gülmeliyim’ diyor sözünü söylüyor. Ölümü arzulayan bir insana Rosa’nın ‘hepimiz hayatta sorunlar yaşarız’ sorusu ölümü arzulayan bir insan için trajikomik bir anlam taşıyor.

Filmin ikinci yarısına girdiğimiz aynı hayatları paylaştığını gördüğümüz karakterimize karşı birisi yaşamı savunup birisi ölümü savunurken Ramon’un verdiği ‘özgürlüğü yok eden bir yaşam, yaşam değildir’ sözü belirleyici oluyor.

Rosa ve Julia arasında kalan Ramon’un bu ikili arasındaki seçimi belirleyici olsa da iki kadın arasında aslında bir kıskançlık durumu yansıtılıyor. Gerçek hayatta yazılan yazılardan oluşan “ Cehennemden Mektuplar gösterilir filmde, Yaşamak Adına Öl metni bu bölüm arasındadır.

Julia’nın Ramon’un geçmişiyle alakalı araştırmalar yapması sonucu kaza geçirmeden önceki hayatı da görülmeye değer. Filmin ana teması ‘ölüm’ olsa da Ramon’un durumu kaza yapmadan önce ve sonra diye ayrılması mümkün. Trajik olaydan sonra umutsuzluk düşünceleri Ramon’da beliriyor.

 

Filmin ikinci yarısı/bölümü Ramon’un ölüme yaklaştığının sinyalini veriyor. Filmin finaline doğru filmin ana kadın karakterlerinden biri olan Julia’nın Ramon’u hatırlamadığına tanıklık ediyoruz.

Senaryo kısmına gelirsek; Alejandro Amenábar ve Mateo Gil senaryodan sorumlu iki kişi. Hikayeyi yazan kişilerden biri olan Alejandro Amenabar’a göre “Onu televizyonda gördüm ve davayla ilgilendim ama film yapmayı düşünmüyordum çünkü istediği şey çok şok ediciydi. Aynı zamanda kendini ifade etme şekli o kadar rahattı ki bu beni etkiledi. Bir kitap yazdığını biliyordum” sözünde saklı.

Bununla birlikte yönetmenin anlattığına göre yönetmen Ramon Sampedro’yu gerçek hayatta takibe almış, geçirdiği kazayla kitap yazdığını biliyor, bazı araştırmalar yapıyordu. Bütün kadınların Ramon’a aşık olduğundan söz ediliyordu,bazı akrabalarıyla görüşülmüş notlar alınıyordu. Bunlara ek olarak yönetmen bu hikaye için ‘kurguya çok fazla ihtiyacım olmadığını anladım’ diyor, ki yalın anlatımında yatan o etkileyicilik de biraz da buradan geliyor.

Filmde de gördüğümüz üzere Ramon karakteri üzerinde ustaca duruluyor. Oyunculuktan ziyade Ramon karakterine can veren Javier Bardem öyle oynuyor ki sadece oynamakla kalmayıp bu rolü yaşarcasına yerine getiriyor.

Bu filmle alakalı bir soruyla alakalı şu cümleyi kuruyor Javier Bardem;

“Ramón Sampedro oynadığınızda, o kişiyi uzaklaştırmak istemezsiniz. O adamla olabildiğince uzun yaşamak istiyorsun, çünkü o adam sana seni büyütecek şeyler söylüyor. Oyuncu olarak değil, kişi olarak. O adam seni normalde yüzleşmek istemediğin şeylerle yüzleşmen gereken bir yere koyuyor. Ölüm, yaşam ve gerçek bir aşk duygusu gibi. Sahip olmadan sevebilir miyiz? Sanırım bu filmdeki soru bu.“ 

 Bununla birlikte yönetmen ve senaryo yazarı olan Ajaxandro Amenaber oyuncu seçiminde Javier Bardem’i tercih etmek alakalı soruya ‘O tek seçimdi. Senaryoyu bitirdikten sonra onu aradım ve rolü oynamayı düşünmesini istedim. Çünkü bence çok yetenekli ve bence bugünlerde İspanya’nın en yetenekli oyuncusu. Ama Ramon’un özelliklerine ya da Ramon’un yaşına sahip değildi. Asıl sorun buydu, yaşıydı ama ben onun yeteneğine tamamen güvenmeye karar verdim.’ sözleriyle cevap veriyor.

Filme dönecek olursak; avukat rolü üstlenen Julia, gerek görüntüsüyle, gerek bakışlarıyla, gerek mimikleriyle dramvari rolün hakkını veriyor. Özellikle Ramon ile arasında yaşadıkları tutkuya benzer duygudaki o hassas ve derin bakışları fazlasıyla etkileyici bir performansa imza atıyor. Julia karakterine rol veren Belen Rueda oluyor. Rosa karakterine veren Lola Duenas filmdeki en baş kadın karakterlerden olsa başı Julia karakteri çekiyor. Rosa’nın psikolojisi üzerinde fazla duruluyor.

Es geçilse de Manuela karakterine can veren Mabel Rivera; ağırbaşlılığıyla ve olgun karakteriyle dikkat çekiyor. Oyunculuk dersi vermiyor olabilir ama yine de bu oyunculuğun üstesinden geldiğini söylemek yanlış olmaz. ‘Yaşlı kadın’ karakteri adı altında etkili bir görüntü çiziyor. Mekan seçimlerinin berrak olması; filmin ruhunu yansıtması bir o kadar başarılı.

Sonuç olarak; senaryonun yazımından, yönetmenliğine, yönetmenlikten müziğine kadar Ajaxandro Amenaber’ın elinden çıkan The Sea Inside, burukluk, dokunaklılık ve insanın içini cız yapan yapım olma adından insanın içini titreten cinsten nihilistliğe dair uzanan ölüm ile çarpışan felçli ama yaşamak zorunda kalmanın bedelinin ağırlığı altında zor bir yaşama çanak tutuyor.

Bir şekilde ölümle yaşıyorsanız ya da intihar fikrine dair şeyler içinizde barınıyorsa Ramon Sampedro karakteri sizin anlayacağınız dilden konuşuyor.

Derin, yalın ve doğal. Gerçeğin dili Ramon Sampedro’nun hayatında var. Belki eksik değil, belki pek fazlası.

Filmin gerçekçiliğinden akan hikayede son sözü yönetmen Ajaxandro Amenaber‘e bırakıyorum:

‘Eğer bu hikaye anlatılmayı hak etmiyorsa, bu benim için sinemacılığın sonu demektir.’

Editör: Astropower – 25.08.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Meraklı

MarcAntony tarafından yazıldı

Makale YazarıÜyelik Yılı

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    Apple, iPhone 14 Beklenenden Erken Tanıtılacak!

    Kapitalizmin Güncel Askerleri