içinde

Emily Bronte ve Kaleme Alınan Tek Romanı: Uğultulu Tepeler

Emily Bronte 1818 yılında İngiltere’de Thornton, Yorkshire’da doğdu. Altı çocuğun beşincisi olan Emily, Charlotte Bronte’nin küçük kız kardeşidir.

1820’de aile Haworth’a taşındı. Çocukluk yıllarında, annelerinin ölümünün ardından, üç kız kardeş (Charlotte, Emily ve Anne), erkek kardeşleri Branwell Bronte ile kalmışlardır. Emily’nin o dönemde kaleme aldığı yazılarından çok azı bugüne ulaşabilmiştir. Emily Bronte kardeşi Charlotte ile birlikte Brüksel’deki özel bir okulda eğitim hayatına devam etmiştir.

1847’de tek ɾomanı olan Uğultulu Tepeleɾ’i yayımlayan Emily bu ɾomanı üç ciltlik biɾ setin ilk iki cildini oluşturmaktadır. Son cilt kız kaɾdeşi Anne taɾafından yazılan “Agnes Grey” isimli romandır.

Emily Bronte’nin genç yaşında yazdığı ilk ve tek romanı olan Uğultulu Tepeler romanını okuyunca acaba Emily Bronte daha fazla yaşasaydı kim bilir nasıl eserler verirdi diye hep merak etmişimdir.

Sevgi, tutku, kin, nefret… Hepsinin bir arada olduğu ve bir o kadar da ince ince işlendiği bir romandır.

Karakterler oldukça sağlam ve güçlü bir kurgu.

1801-1802 yıllarını anlatan bu hikaye, öncesinde geçen otuz yıllık süredeki olayları kapsamaktadır.

Roman temelinde aşkın yıkıcılığı ve intikamın hiçliği temalarını işlerken bunun yanında sosyal sınıfların hassasiyetlerine de değinmektedir.

Uğultulu Tepeler romanı aynı zamanda şiirsel ve lirik bir anlatıma sahiptir.

Romanın yenilikçi olan kurgusu eleştirmenleri biɾ hayli şaşıɾtmıştır. Her ne kadar roman ilk çıktığında hem iyi hem de kötü yoɾumlar alsa da, roman zamanla bir İngiliz edebiyatı klasiği haline gelmiştir.

1850 yılında Charlotte romanı yayına hazıɾlayıp, düzenlemiş ve Emily’nin gerçek ismiyle, tek başına bir eser olarak Uğultulu Tepeler ismiyle yayımlanmıştır.

İngiliz edebiyatı gerçekçi roman türünün ilk örneklerinden biri olma özelliğini taşıyan Uğultulu Tepeler, ihtiras, intikam dolu aşk kurgusu çerçevesinde gelişen bir roman okumak isteyenlerin tercih edebileceği nadir eserlerden biridir.

Ben daha önce bir aşkın bu kadar güzel anlatıldığı bir kitap okumadım.

Aşkın en güzel anlatıldığı hikaye diyebilirim. Şu ana kadar okuduğum hiçbir romanda ya da izlediğim hiçbir filmde böyle güzel anlatılmamıştı aşk ya da  ben bu kadar etkilenmemiştim.

Fikrimce aşkın bundan daha çarpıcı ve doğru anlatıldığı başka roman henüz yazılmamıştır.

“Edgar onu, zayıf benliğinin bütün gücüyle seksen yıl sevse, benim bir günde sevdiğim kadar sevemez.”

“Üstelik biliyorsun ki, Catherine, seni unutmak, kendimi unutmak demektir!”

Roman 19. yüzyılda geçmesine rağmen sanki günümüzü anlatıyormuş gibi sizi sıkmayacak nitelikte yazılmıştır.

Anlatım dili olarak sade bir dili olan olan roman kimi zaman sıksa da akıcılığının ve yalınlığının vermiş olduğu etkiyle okuyan kişide bağlılık hissi oluşturuyor.

Romanın kimi kısımlarında uzun süren durum betimlemeleri yapılmış olsa da genel anlamda olay betimlemelerinin ağır bastığı bir kitaptır.

İngiliz edebiyatına başlamak isteyenler için ideal bir roman olduğunu düşünüyorum.

Kitabın kalitesini artıran bir diğer unsur ise romanın beyaz perdeye de uyarlanmış olmasıdır.

Birçok kez sinemaya uyarlanmış olan Uğultulu Tepeler romanının bence 2009 yapımı, Tom Hardy ve Charlotte Riley’nin oynadığı iki bölümlük tv filminde en iyi sinemaya uyarlanmış versiyonunun olduğunu düşünüyorum. Filmi de izlemenizi tavsiye ederim.

Şimdiden keyifli okumalar 📖

Editör: Astropower – 21.08.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Uzman

vitalis tarafından yazıldı

23, intj, 5w6

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    Pulitzer Ödüllü Sal Veder’in Çektiği Dünyaca Ünlü “Burst of Joy” Fotoğrafının Arkasındaki Hüzünlü Hikaye

    Kırık Kurabiye Sendromu Nedir?