İtalyalı yazar Dino Buzzati, eğitimli ve görgülü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Hukuk ve gazetecilik alanlarında çalışmış ve birçok başarıya imza atmıştır. Sanatın sadece edebî alanıyla değil resim alanıyla da ilgilenen yazar, varoluşçuluk ve büyülü gerçekçilik akımının önemli bir şahsiyeti konumundadır. Adının büyük oranda duyulmasını sağlayan romanı Tatar Çölü, modern edebiyatta yerini sağlamlaştırmış, pek çok dile çevrilmiş olan başarılı bir yapıttır.
Eserin başkişisi Giovanni Drogo, genç bir subaydır. İlk görev yeri Bastiani Kalesi’dir ve romana da adını veren Tatar Çölü’nde bulunmaktadır. Drogo, görev yerine gitmek için sabah erkenden uyandığında, aslında bize orada yaşayacağı bitmeyen belirsizliklerin de sinyalini vermektedir. Gitmekle kalmak arasında bocalar, herkesin bu kadar mutluyken kendinin neden içten bir gülümsemeye bile sahip olamadığını düşünür durur. Daha önce gidilmeyen bu bilinmezliğe, ne kadar sürede varılacağı bile muallaktadır. Kimileri at üstünde bir gün kimileri ise daha az yol olduğunu söylese de kesin bir şey yoktur bu uçsuz bucaksız çöl hakkında.
Giovanni Drogo ve yola çıkan meslektaşları heyecanlıdır. Yeni bir hayat onları beklemektedir. Kanlarını son damlasına kadar akıtacak bir savaşın, savunmanın hayalini kurarlar. Yol uzundur, çetindir. Ancak ucunda ümit vardır, içlerinde çiçekler açtıran heyecanlar vardır. Hayatları o kadar sırandandır ki bu genç askerlerin, kendilerini çöl içinde bir hayale hapsederler. Evet aslında Bastiani Kalesi, bir ümit hapishanesidir ve gidenlerin hiçbirinin bundan haberi yoktur.
Kale dışarıdan bakıldığında oldukça eski ve bakımsız görünmektedir. Yüzbaşı Ortiz’in dediği gibi: “Burası ölü bir sınır ucu. Bu nedenle bu kaleye hiç el sürülmedi ve bir yüzyıl önce nasılsa aynı kaldı.”
Drogo ve Ortiz’in kaleye varana kadar ettiği sohbetlerden oraya neden Tatar Çölü dendiğini de öğreniyoruz. Net olmayan bir bilgiye dayalı olarak da olsa eskiden Tatarların yaşamış olabileceği yönündedir. Ancak bu bir efsane de olabilir. Çünkü kale ve çevresi terk edilmiş bir şehir gibi öylece durmaktadır ve aslında bu askeri amaçlı kale de uzun yıllardır işlevsel olarak kullanılmamaktadır. Ortiz’e göre işlevsel olmayan bu kale, her şeye rağmen sınır kalesidir ve bu açıdan oldukça önemlidir.
Kaleye vardıklarında, görev yerini kendisi seçmeyen ve beklenmedik anda buraya tayin edildiğini öğrenen Drogo, Binbaşı Matti ile konuşup en azından şehre yakın bir yerde görev almak istediğini söyler. Ancak çabaları sonuçsuz kalır. Oraya gelen her asker, bir an önce oradan gitme ümidi taşısa da gidemezler ve gençlik hallerinden eser kalmaz. Evlerine dönebilmeyi başardıklarında, başladıkları nokta ile vardıkları nokta arasında çok çok uzun zaman geçmiştir. İzinli olarak evine döndüğünde bile annesi arasına girmiş olan soğukluğu ve belki de azalmış olan sevgiyi fark etmiştir. Hatta evlenme ümidiyle yanına gittiği Maria’nın bile kendinden oldukça uzaklaştığını gördü.
Tatar Çölü’nde askerliğin acımasız yanlarını, ölümü ve insanın içindeki nefesin nasıl tükenip bittiğini görmekteyiz. Gelenin kaçıp gitmek istediği askeri kale, bir kuyu gibi herkesi içine çekmekte ve geçiş izni vermemektedir. Romanda, bir şeylere bel bağlayınca ve bu durumun gerçekleşmediğini görünce artık çabalamaktan bile vazgeçilmektedir. İnsanlar, yeni bir durumla karşılaşmak için bile çok yorgundurlar. Bu kale, insanı karamsarlığa sürüklemektedir. Çölden ise ne gelen vardır ne geçen. Tıpkı oradaki askerlerin zihinleri gibi ıssızdı etraf. Geçmiş unutulmuş, gelecek belirsizdir. Bir hayale sığınmak bile anlamsızdır. Gitmek için yapılan görüşmeler, yazışmalar, beklentiler hepsi boş bir çabadan ibarettir. Ölüm bile, daha ümitvar görünmektedir.
Eserden alıntı (s.73, İletişim Yay.)
“Tüm bunlar artık ona aitti ve bunları terk etmek Drogo’ya acı verecekti. Ama aslında o bunu bilmiyordu, ne gitmesinin kendisine nasıl bir çaba gerektireceğinden, ne de kaledeki yaşamın günleri, birbirinin tıpkısı günleri, baş döndürücü bir hızla yutup gittiğinden haberdar değildi. Dün ile evvelsi gün birbirinden farksızdı, onları birbirinden ayırt edebilmesi olanaksızdı; üç gün önce olmuş bir şey de yirmi gün önce olmuş bir şey de sonuçta ona eskiden olup bitmiş bir şey olarak görünüyordu. Böylece o ayırdına varamadan zaman akıp gidiyordu.”
Drogo, hayallerini gerçekleştirmek için, gereken zamanda gereken adımları atmadığı ve sonrasında ise artık yaşlanıp ölüme yaklaştığı için ve bir dönem de mesleğini kaybetme korkusu nedeniyle, hep bir beklenti içinde olmuştur. Bu nedenle kalede kapanıp kalmış ve elindeki fırsatları kaçırdığı için ölümü beklemeye karar vermiştir.
Hepimizin hep bir adım atsak uzanabileceğimiz bir hayali ve belki de yeni bir hayatı varken ertelemekten başka yapabildiğimiz çok az şey vardır. Bu cesareti gösteremediğimiz için, bir kapana sıkışıp kalıyoruz ve adım atmakta güçlük çekiyoruz. Drogo, binbaşı olmuştur ama gerçekten istediği hayat bu muydu? Peki ya biz hayattan ne istiyoruz? Kaleden çıkıp adım atmamız gereken bir hayatımız yok mu? Kalmak istediğimiz yer tam olarak burası mı? Geçmiş ile şimdi arasında bocalayıp kalmak mı, yoksa gelecek için ileri gitmek mi? Hepimizin hapsolduğu, çölün ortasında bir kale vardır mutlaka…
https://www.youtube.com/watch?v=lIzW8Fubzas
Editör: Sümeyye Özmen – 18.08.2022
Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!
Etkileyici bir yazı, emeğinize sağlık
Çok güzel bir yazı olmuş
Hayallerini gerçekleştirmen için gereken zamanda gereken adımları atmalısın yoksa tatar çölündeki kaleye hapsolursun.
Hayatımın büyük kısmı Tatar Çöl’ünde geçmiş gibi hissettim. Beklemek ve umut etmek en zor şeylerden birisi.
Uzun zaman önce bu kitabı okumuştum şimdi tesadüfen tekrar yazınızla karşılaştım yine bir kalenin ardına saklanırken buldum kendimi.
Emeğinize sağlık 👌🏻
Kaleminiz ışıldasın
emeğinize sağlık.
Okuduğum bir kitap, insanı alıştığı şeylerden kopmasının zor olduğunu daah çok anlatıyor
Çok güzel bir yazı. Kaleminize sağlık