içinde

MuhteşemMuhteşem İnanılmazİnanılmaz

Yazarların Eserlerinde Kullandığı İlginç Yemek İmgeleri

Sabah kalkıp yetiştirebilirse kahvaltı yapan, işten güçten zaman kalırsa öğle yemeğini kesesinin elverdiğince dışarıda yiyen, akşam yemekleri de hep en az bir gün önceki akşam pişen yemeklerin ısıtılmasıyla masalarına gelen bizler hiç hayatın hay huyundan başımızı kaldırıp yemeğin sanata nasıl yansıdığına bakabildik mi acaba?

Yemek tabakta durduğu gibi durmuyor sanata dahil olduğunda. Resimde, sinemada, edebiyatta yemek nasıl yer bulur kendine sorusu, bu aralar sıklıkla aklımı kurcalarken ilkin edebiyatın yemeği ele alış biçimlerine yahut yemeğin kendisini yazıya nasıl dahil ettirdiğine dair düşünmek istedim.

Bazen yemek, bir yazarın bir başka yazarı tarif etmek için kullandığı bir unsur olmuştur. “D.H Lawrence, James Joyce’a olan kızgınlığını şöyle dile getirmiştir: ‘’Tanrım, James Joyce ne sarsak bir türlü yemeği. Bayat turşular, İncil’den yapılan alıntılardan oluşan bir lahana çorbası, tasarlama ve art niyetli gazetecilik suyunda fazla bekletilmiş yahniden başka bir şey değil.’’ der.

Lawrence, bu sözleriyle hangi yemeği sevdiğini söylemiyorsa da hazzetmediği Joyce’u tarif ederken kullandığı “türlü” yemeği aklımızdaki türlünün imgesiyle birleşir ve Joyce’a bambaşka bir yönden bakmaya başlamaz mıyız?

Kimi zaman da yemeğin birleştiriciliği vurgulanır: “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” isimli dev romanın yazarı Ernest Hemingway, “Paris Bir Şenlik’tir” eserinde bize biraz yabancı da olsa istiridye yemeğinden bahseder ve yemeğin yalnızca karnı doyurmak için bir şeyler atıştırmaktan ibaret olamayacağını, eş-dostla oturulup sohbet ederek yenilen yemeğin kıymetinden dem vurur. Burada yemek hiç de hafife alınamayacak şekilde insanları bağlayan bir unsur olarak çıkar karşımıza.

Yemeğin anıları çağrıştırmasıyla binlerce sayfa dökülür önümüze bazen: Marcel Proust yedi kitaptan oluşan “Kayıp Zamanın İzinde” isimli roman serisinde romanların da kahramanı olan “Marcel”e (sadece bir yerde adı geçer koskoca yedi kitapta) bir kış günü çayına batırıp yediği Madlen kek onun hatıralarının canlanmasını sağlar ve (okurları bilecektir) ciltlerce olay ve kişi Madlen’in tetiklemesiyle hatırlanır. Artık Madlen kek bir yiyecek değil, okuru için de yazarı için de zaman makinesine dönüşmez mi?

Yemeklerin yazarları mahkeme kapılarına düşürdüğünü duymadıysanız, şimdi sırası: Bu tarz bir eser de Elif Şafak’ın “Baba ve Piç” adlı romanıdır. Yazıldığı dönemde yazarının “basın yoluyla Türklüğü aşağılama gerekçesiyle” yargılanmasına yola açan roman, yine aynı dönemde okurların millilik, milliyetçilik, kültür, aile içi istismar konularını tekrar tekrar sorgulamalarını sağlamıştır. Gelelim romandaki yemeğe: aşure. Hepimizi Muharrem ayında tadıyla büyüleyen, binlerce yıllık kültürü olan bu tatlı yemeğin tarifi ( Asya’da tuzlu biçimi de bulunmaktadır.) yazar tarafından her bölümün başında parça parça epigraf olarak kullanılmış ve aile içi ilişkilerin analizinde okurları başka düşünce patikalarına yollamıştır. İşte bazen de tanrı-yazar kitabının açtığı yola doğru sürüklenirken yemekler de onlara eşlik edebiliyor.

Bir de çok uzağa gitmeden Akdenizli bir yazardan bahsedelim, ileri yaşında ilk romanını yazdığından kendisini “genç bir yazar” olarak adlandırmıştır. Umberto Eco: tarihçi, göstergebilimci, filozof, Ortaçağ uzmanı, romancı ve gurme. Eco tarz roman diye de anılan romanlarında bilimden tarihe, oradan felsefeye ve tabii ki yemeğe uzanan çeşitli konuları ustalıkla eserlerinde ele almayı bilmiştir. Filme de uyarlanan “Gülün Adı” romanında Ortaçağ’da bir manastırın aşhanesindeki çeşit çeşit yemeği ve baharatı okura tanıtan Eco, Baudolino romanındaysa köftenin tarihini ve yapılışını okurlara keyifle anlatır. Bu romanları okuduğumuzdaysa günümüzden beş yüz yıl evvel pişirilip sofraya konular yemekleri ve onların icat edilme serüvenlerini öğreniyoruz.

Demek ki yemek edebiyat için hiçbir zaman sadece yemek olmayacaktır. Yazarlar bazen zenginlik göstergesi olarak bazen de karakterleri tanıtabilmek ve bazen dönem hakkında okuru bilgilendirmek ve hatıraları canlandırmak, sömürülen toplumları işaret edebilmek ve daha pek çok amaçla yemeği eserlerinde işlemişlerdir.

Editör: Sümeyye Özmen – 30.08.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Usta

Cihan TELLİ tarafından yazıldı

BELLUM OMNİUM CONTRA OMNES

Makale YazarıYorumcuÜyelik Yılı

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    1. Cihan bey, çok orjinal ve özgün makaleleriniz var tebrik ederim. Beğeniyle okuyorum. Makalenizde yer alan Elif Şafak konusuna gelince ona az bile yaptıklarını düşünüyorum. Ermeni milliyetçiliğiyle Türkleri ezme modasına kendisi de katıldı ve en azından içinde yaşadığı ülke sınırlarında bunu yapmaması lazım çünkü bizim insanımız da topraklarımız da bu bakışı hak etmiyor. Sanatçı olarak bu şekilde ayrıştırıcı olmak topluma iyi örnek oluşturmadı.

    Daha fazla yorum yükle

    Arada Bir Dilimiz Sürçer İse Affola: Olacak O Kadar

    Türkiye’de Öğrenci Olmak