içinde

MuhteşemMuhteşem

Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Yıllarında Ekonomi

Giriş

Bu yazıda Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında uygulanan ekonomi ve kalkınma politikalarından bahsetmeye çalışacağız. Elbette, bu dönemde uygulanan her politikadan detaylı bir şekilde bahsetmemiz oldukça zor olsa da önemli olan konularda detaylardan bahsetmeye, daha az önemli olan konularda ise daha yüzeysel bir anlatım benimsemeye çalışacağız.

 Kuruluş Dönemi ekonomi politikalarını daha iyi anlamak için öncelikle Osmanlı Devleti’ne inerek Osmanlı’dan Türkiye’ye miras kalan ekonomik sıkıntıları hatırlamakta fayda vardır. Nitekim aslında uygulanan politikaların ilk amacı bu sıkıntıları düzeltmektir.

Osmanlı Devleti’ndeki Ekonomik Sıkıntılar

 Osmanlı Devleti erken dönemlerinde oldukça parlak çağlar yaşamasına karşın son dönemlerinde de bir o kadar sıkıntıya boğulmuştur. Bunun başlıca sebepleri: Çağının teknolojisini takip etmekte başarısız olması, aşırı derecede borç alınması ve bunların geri ödenememesi, kapsayıcı kurumların inşasında başarısız olunması, çağındaki devletler daha demokratik alanlara yönelmeye başlamışken Osmanlı’nın bu tarz yönelimlere karşı olumsuz bir tutum sergilemesi olmuştur. Osmanlı’nın Türkiye’ye bıraktığı üç tane önemli sorun vardır, bunlar: Borçları, Kapitülasyonlar ve Duyunu Umumiye olmuştur. Neyse ki bu üç sorun da Lozan Antlaşmasıyla beraber bir çözüme kavuşturulabilmiştir. Antlaşmada, Türkiye kendi üzerine düşen borçların sorumluluğunu almış ve bu borçları 1953 yılında ödemeyi bitirmiştir. Kapitülasyonlardan hiç taviz verilmemiş, Duyunu Umumiye’ninse denetleme yetkisi elinden alınmış sadece borçların alacaklılara paylaştırılması görevine devam etmesi kararlaştırılmıştır.

 Osmanlı bu tarz sıkıntılar bırakmış olsa da Osmanlı’nın bıraktığı en büyük sorun aslında çok az şey bırakmış olmasıdır. Şunu demeye çalışıyorum: Osmanlı, Türkiye’ye kalkınabilmesini kolaylaştıracak bir sermaye bırakmamış olmakla beraber; kurumlarının da kapsayıcı olmamasından dolayı bu kurumların yıkılması ve yeniden inşa edilmesi zorunluluğu doğmuştur.

1923-1929 Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Politikaları

İzmir İktisat Kongresi

1914’ten beri savaşta olan ulusun artık kaynakları neredeyse tükenme noktasına gelmişti. Yeni bir Cumhuriyet’in kurulması ufukta görünüyorken Mustafa Kemal Atatürk “Siyasal, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olmaz, az zamanda söner.” sözlerini söylemiştir. Bu ekonomik zaferin nasıl ve ne şekilde gerçekleştirebileceğini tartışmak içinse 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir’de bir iktisat kongresinin yapılması kararlaştırılmıştır.

Kongreye özellikle halkın her kesiminden insanın çağırılmasına özen gösterilmiştir, çiftçisinden tutun tüccar, esnaf, sanayici gibi çeşitli iş kollarından insanlar bu kongreye katılım göstermişlerdir. Bu da kongrenin halkçı özelliklerini ön plana çıkaran en önemli göstergelerden birisidir. Yönetim başına buyruk kararlar almak yerine, halkın sorunlarına inmeyi seçmiştir.

 Bu kongrede yapılan görüşmeler neticesinde “Misakı İktisadi” adı verilen birtakım kararlar alınmıştır ve bu kararlar “Misakı Milli”nin tamamlayıcısı olarak görülmüştür.

 Alınan kararlar neticesinde Türkiye’nin serbest piyasa anlayışını benimseyen liberal bir ekonomi politikası yürütmesi kararlaştırılmış olsa da sermayenin az olmasından kaynaklı olarak devletin, özel sektörün gücünün tükendiği yerde piyasaya yardım etmesi de kararlaştırılmıştır. Yabancı sermaye girişine olumlu bakılmıştır fakat başına buyruk davranamayacakları uyarısı da verilmiştir. Tekelciliğe karşı çıkılmış ve kurulan bütün tekellerin bir şekilde parçalanacağı vurgulanmıştır. Özel sektöre yardımcı olması amacıyla bir banka kurulması kararlaştırılmıştır ve İş Bankası kurulmuştur.

 Bunların hepsinden önemlisi ise İzmir İktisat Kongresinden “Milli” bir ekonomik politika izlenmesi kararı çıkmıştır. Eğer hammaddesi Türkiye topraklarında üretilen bir ürün varsa bu hammadde dış pazardan alınamazdı. Aslına bakarsanız dışardan herhangi bir şey almaktansa amaç her şeyi olabildiğince Türkiye toprakları üzerinde halletmekti.

1923-1929 Arasında Gerçekleştirilen Çeşitli Çalışmalar

 Bu dönemde özellikle şeker, dokumacılık gibi alanlar üzerine fabrikalar açıldı. Bunun gerçekleşmesinde 1927 yılında uygulamaya konulan Teşviki Sanayi kanunun büyük etkisi vardır. Bu kanun çerçevesinde özel girişime destek sağlamayı, milli sermayeyi güçlendirmeyi ve yerli sanayiyi kurmayı amaçlandı. Milli sermayeye ucuz devlet arazisi ve binaları tahsis edilmesi, taşıma indirimleri ve vergi muafiyetleri sağlanacaktı. Bu kanun bir süre başarılı bir şekilde yürütülmüş olsa da 1929 yılında gerçekleşen Dünya Ekonomik Buhranından ötürü bu kanunun tam anlamıyla uygulanamamıştır.

 

  Türkiye Cumhuriyeti için en önemli konulardan birisi tarımdı. Buradaki en büyük sorunlardan birisiyse aşar vergisiydi. Bu vergi çiftçinin ürettiği ürünün %10’ununu almayı amaçlıyordu hatta bu oran zamanla %12.5 seviyelerine çıkmıştı. 1925’te çıkarılan kanunla bu vergi kaldırıldı. Ziraat Bankası yeniden yapılandırıldı ve çiftçiye kredi vermesi sağlandı. Ziraatte kullanılan araçlar için gümrük vergisi kaldırıldı. Modern tarım tekniklerinin öğretilmesi için çeşitli örnekler oluşturuldu ve öğretim kurumları açıldı.

1929 yılında gerçekleşecek olan ekonomik kriz, politikalarda ciddi değişikliklere yol açtı.

1929-1938 Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Politikaları

 1929 yılında ABD’deki Wall Street borsasının ansızın çökmesiyle başlayan ekonomik kriz kısa sürede dünya genelinde yayıldı ve küresel bir kriz halini aldı. Türkiye diğer tüm serbest piyasa ülkeleri gibi bu krizden sert şekilde etkilendi.

 Türkiye’nin ana ihracat kaynağını tarım malzemeleri oluşturuyordu fakat kriz neticesinde dünyada tarım ürünleri fiyatlarında ani ve sert düşüşler gerçekleşti. Bu düşüşler neticesinde Türkiye’nin ihracatı oldukça sert şekilde hasar aldı ve bu ülke içindeki diğer sektörleri kısa sürede etkiledi. Özel kurumlar fazla dayanamadı ve hızla teker teker iflas etmeye başladılar. Devlet, sektörün bu krize dayanamayacağını anladı ve duruma el atmak zorunda kaldı. Tam bu noktada politikalarını değiştirerek “Devletçilik” ya da daha ekonomik bir tabirle “Karma Ekonomi” adı verilen sistemi hızla uygulamaya koymak zorunda kaldı. Karma ekonomi aslında iktisadi olarak da kalkınma durumunda olan ülkeler için oldukça faydalı bir model olarak karşımıza çıkar ve işe yaradığı da söylenebilir çünkü henüz yeni yeni kalkınan bir ülkede sermaye yetersizliği, tecrübe ve eğitim yetersizliği gibi sebeplerden ötürü piyasayı kendi haline bırakmaktansa devletle karışık bir model benimsemek daha akılcı olacaktır.

  Türk Lirasının aşırı derecede değer kaybetmesinden dolayı “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun” uygulamaya konuldu. Para piyasası sorunuyla mücadele etmek amacıyla Merkez Bankasının kurulması kararlaştırıldı. İthalatı kısıtlayıcı tedbirler alındı ve bu amaç doğrultusunda Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin kurulması kararlaştırıldı. 1931 yılında İktisadi Buhran Vergisi yürürlüğe geçirildi.

 Devletçi ekonomi yönetimine geçildikten sonra bu fırsat kullanıldı ve yabancılara ait olan çeşitli tesisler millileştirildi. 1930’dan önce de bu yapılıyor olsa da devletçilik de beraber bu durum daha da hız kazandı. Yine aynı şekilde devletin piyasaya el atmasıyla fabrikaların kurulması hızlandırıldı. 1934 yılında Sovyetler Birliğinden alınan borç ile ilk beş yıllık kalkınma planı yürürlüğe kondu. Bu plan ayrı zamanda Sovyetler Birliği’nden ve ABD’den gelen  uzmanların ortak çalışması ve raporları sonucunda hazırlanmıştır. Bu plan kapsamında hammaddesi Türkiye’de bulunan ürünlerin üretimine yoğunlaşılması, büyük sermaye ve ileri teknoloji isteyen projelerin ise devlete bırakılması kararlaştırıldı. 20 fabrika yapılması bu plan kapsamında yer aldı.

 1936 yılında ikinci beş yıllık kalkına planının hazırlanması başladı. Bu planın ilkinden çok daha kapsamlı bir şekilde hazırlanmasına karar verilmiş olsa da II. Dünya Savaşının başlaması ve savaş şartlarının ekonomik koşulları zorlaştırmasından ötürü bu plan uygulamaya geçirilemedi.

Sonuç

Genel olarak baktığımız zaman Türkiye Ekonomisinin 1923-1929 yılları arasında daha serbest bir piyasa olarak planlandığını söyleyebiliriz ancak bunda başarılı olunması oldukça zordu çünkü ülkede ne sermaye vardı ne de bilgi birikimi. Her ne kadar 1929 ekonomik buhranı araya girmiş ve devletçi ekonomik politikaları zorunlu kılmış olsa da buhrandan önce de devletçilik kendini bariz bir biçimde gösteriyordu desek çok da yanlış bir yorum yapmamış oluruz. 1929’dan sonraysa bahsettiğimiz olumsuz koşullar çok daha net bir şekilde açığa çıkmış ve belirgin bir devletçiğe kaymayı zorunlu kılmıştır. Türkiye karma ekonomik modeli uygularken tek bir tarafa bağımlı kalmamış, hem Sovyetler Birliği’nden hem de ABD’den faydalanmayı amaçlamıştır. Bu dönemde hem GSYH’nin hem de kişi başına düşen milli gelirin arttığını baz alırsak ekonomi politikalarının başarılı olduğu yorumunu yapabiliriz.

Editör: Zehra Garipli – 13.08.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Taraftar

Alperen Özdemir tarafından yazıldı

Kendi halinde takılan birisi.

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    TAROT | Günün Kartı Adalet

    3. Dünya Savaşı