içinde

MuhteşemMuhteşem

Ortaçağ Avrupası’nda Cüzzamlı Olmak

Kendinizi 1250 yılında, Avrupa coğrafyasında doğmuş ve evlilik çağına gelmiş sıradan bir insan (serf) olarak düşünün. Güneş doğduğu anda evden çıkıp, size verilen toprakları işlemekle uğraşıyorsunuz. Anneniz yataktan çıkamayacak durumda ve gün geçtikçe kötüleşiyor. Babanız erkek kardeşinizle birlikte akşam yemeğinizi avlamaya, ormana gitmiş. Siz ise bir taraftan annenizin ihtiyaçlarını gidermeye çalışırken bir yandan da hayvanlarınızla ilgilenmek zorundasınız. Böyle bir ortamda hijyen koşullarına dikkat edebilecek bilincinde değilsiniz…

Evinizin hemen arkasındaki alanda cirit atarken annenizin size seslendiğini duyuyorsunuz ve yanına gidiyorsunuz. İçeri girdiğinizde kötü bir koku midenizi bulandırıyor ama bu tarz kokulara alışıksınız. Anneniz oldukça hasta ve gün geçtikçe kötüleşmekte. Kötü kokuyu engellemek için annenizin uzandığı yatağı perde ile kapatmışsınız. İçeri girdiğinizde; yaşayan ölü formunda, saçları ve dişleri dökülmüş, vücudunun belirli bölgelerinde ülserler çıkmış ve bir gözünü kaybetmiş anneniz uzanmakta. Elinizden geldiği kadarıyla ona yardım etmeye çalışıyorsunuz ancak kendisi hareket edecek durumda bile değil.

Rengi solmuş dudaklarıyla size bir şeyler mırıldanıyor. Dediklerini anlamak için iyice yaklaşıyorsunuz ancak derdini anlatamadan sesi acı bir hırıltı ile kesiliyor ve gözü tek bir noktaya kilitleniyor. Gözlerini kapatıp onun için tanrıya dua etmeye başlıyorsunuz. Duanızı bitirdikten sonra annenizin yanı başına oturup, üzerindeki örtünün altındaki ellerini sıkıca kavrıyorsunuz. Elleri kar beyazı ve tırnakları dökülmüş…

Annenizin hastalığını daha önce hiçbir yerde rastlamadınız. Babanız, annenizin hastalığının gizli kalmasını size tembih etmiş ve bunun için söz vermişsiniz. Güneş batarken babanız ve kardeşinizin uzaktan sesini işitir işitmez onların yanına koşuyorsunuz ve kötü haberi veriyorsunuz. Babanız hemen eve koşup annenizi örtüye sarıyor, kucağına alıyor ve ormanın içine doğru gidiyor.

Babanız sırf annenizi kaybetmemek için onu herkesten saklamış. Çünkü yaşadığınız dönemde ”cüzzam” hastaları toplumdan uzaklaştırılmakta ve ölüme terk edilmektedir. Babanızın boşanmak gibi bir fırsatı olsa da hayatını paylaştığı kişiden koparılmak istememiş. Babanızın bu sevgisi her ne kadar takdir edilir olsa da aile bireylerinin hayatlarını tehlikeye atmış. Siz de bu hatanın bir kurbanı olarak annenizin kaderini paylaşıyorsunuz.

Yıllar geçtikçe cüzzamın ilk belirtilerine kendi bedeninizde tanık oluyorsunuz. Evlilik çağında olmanıza rağmen dışarı çıkamayacak duruma geliyorsunuz; el ve ayaklarınız tutmaz oluyor, saçlarınız dökülmeye başlıyor, kırmızı benekler vücudunuz belirli yerlerinde açığa çıkıyor, yaşayan bir ölüye dönüşmektesiniz. Ölümün size yaklaştığının bilincindesiniz. Yaşantınız cehenneme dönmek üzere. Günahlarınızın cezasını mı çekiyorsunuz?

Günahlarınızın affı için bir ruhbana danışmak istiyorsunuz ancak babanıza yalvarmak zorundasınız. Gün geliyor. Babanız, dileğinizi yerine getirmek üzere eve kilise rahibini çağırıyor. (Ortaçağ Avrupası’nda papaz/hekim, cüzzamlı kişiyi tespit ederek onun tüm haklarını elinden alınmasını sağlayabilirdi.)

Kilise tarafından cüzzamlı ilan ediliyorsunuz ve kilisede düzenlenen Separatio Leprosarum (cüzzamlıları toplumdan ayırma) töreninde şu hükümler yüzünüze söyleniyor:

  • Cüzzamlı! Seni kiliseye, değirmene, fırına, pazara, insanların toplandığı yerlere girmekten men ediyorum.
  • Bedenini veya eşyalarını, akarsularda ya da kuyularda yıkamanı men ediyorum.
  • Cüzzamlı elbisen olmadan dışarı çıkmaktan men ediyorum.
  • Her kim olursa olsun insanlara dokunmaktan ve onlarla alışveriş yapmandan men ediyorum.
  • Cüzzamlılar dışındaki insanla yiyip içmekten men ediyorum.

Ve o andan itibaren toplumdan aforoz edilmiş oluyorsunuz. Elinize tutuşturulmuş bir zil ile çanakla uzak bir bölgede bulunan cüzzam evine götürülüyorsunuz. Artık tanrının unuttuğu bir insan olarak hayatınızı sürdürmeye çalışsanız da hastalığınız yüzünden en kısa sürede öleceksiniz veya günah keçisi ilan edilip yakılarak idam edileceksiniz. Bedenen ölü olmasanız da sosyal olarak ölü oluyorsunuz, elinizdeki zille insanları uzaklaştırıp onları korkutuyorsunuz. Artık küçük çocukların kabuslarına giren, insanların yan gözle baktığı bir öcüye dönüşüyorsunuz…

Ana Kaynak: Tolgahan Karaimamoğlu, ”Ortaçağ Avrupa’sında Salgın Hastalıklar”

Editör: Fatih Düz – 04.06.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Meraklı

Ayberk Toy tarafından yazıldı

Makale YazarıÜyelik Yılı

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    Barış Akarsu’nun hayatı film oluyor!

    Marvel's Spider-Man Remastered Ağustos ayında PC'ye geliyor