içinde ,

HavalıHavalı MuhteşemMuhteşem İnanılmazİnanılmaz

Zamanlar Aşıp Gelmiş Eserler Neden Hala Ünlü?

Yalnızca bir dönem değil asırlar boyu zihinlerde yer alan bu eserleri diğer sanatçıların eserlerinden ayıran neydi? Sahip oldukları gerçekler mi yoksa içinde yaratılmış oldukları kurgular mı?

Geçen onca yıla rağmen tabloların insanlığa bir türlü anlatamadığı ve sanatçılarla birlikte bu dünyaya veda eden kilitli kutular hala var mıydı? İşte Mona Lisa’dan Çığlık’a, Öpücük’ten Yıldızlı Gece’ye sanat eserlerinin ünlü olma yolculukları ve arka planları…

Çığlık

Popüler kültürün en ikonik resimlerinden dışavurumcu bir şekilde yapılmış ve korku, ızdırap, ölüm temalı bu eserin sahibi Munch, kendininki gibi acıklı bir öykü ile ortaya koydu bu tabloyu. Mühendislikten başlayan eğitim hayatına sanat koleji ile viraj verdi. Ressam arkadaşları ile toplanıp bir atölye kurdu ve sabah erkenden atölyenin yolunu tutarak zihnindeki sesleri tuvaline döktü. Artık sergi vakti gelmişti, fakat sergiye gittiğinde resmi beğenilmedi, yalnızca bir kişi hariç. Resimde hatırı sayılır derecede adından söz ettiren bir ressam onun bu eserini çok beğenmişti ve bir dönüm noktası oldu.

Sıra Çığlık’a gelmişti. Edward Munch tablonun hikayesini şöyle anlatmıştır:

“İki arkadaşımla yolda yürüyordum. Güneş batıyordu. Aniden gökyüzü kan kırmızıya döndü. Durdum, bitkin hissettim ve çite yaslandım. Mavi-siyah fiyortun üzerinde kan ve ateşten diller vardı. Arkadaşlarım yürüdü ve orada endişeden titreyerek durdum. Ve doğanın içinden geçen sonsuz bir çığlık hissettim.”

Bazı rivayetlere göre Çığlık, kız kardeşinin çığlığını duyması ile ilişkilendirilir. Çığlığı atan kişinin kadın veya erkek olup olmaması hakkında bir fikir oluşturmadığından dikkatimizi ifadeye daha çok vermemizi sağlamıştır. Gökyüzündeki kızıllık hakkında ise Texas Üniversitesi’nde fizikçi ve astronomi profesörü Donald Olson Endonezya’daki Krakatau Adası’ndaki o yılın volkanik patlaması ile ilişkilendirilmiş. Kaygı ve yabancılaşmanın eserdeki yansıması, aslında görebileceğimiz çok daha fazla ayrıntıya ev sahipliği yapıyor.

 Mona Lisa

Leanardo Da Vinci’nin gülümsemeyi yakalamak için dansçılar tuttuğu, birçok duyguyu içine hapsetmiş psikolojik bir eser olma özelliği de taşıyan bu portre bize o dönemde portresi yapılan birçok şatafatlı kadının aksine neden Mona Lisa sade diye sorduruyor. Cevap aslında basit ; izleyiciyi ifadeye odaklamak. Tam da gözümüzün içine bakıyormuş hissi veren Mona Lisa o dönemin kalıplarını kıran bir eser de aslında. Çünkü dönemin çekingen tavırlı resmedilen kadın portrelerine karşı bir başkaldırı olarak yorumlanıyor. Aristokrat duruş, fotoğraf makinesiyle yakalanmış bir kare, karışık bir arka plan… Kullandığı “sfumato” (renkler arası dumanımsı geçiş) tekniği de aslında 16. yüzyılda ne kadar eşsiz bir eser olduğunu kanıtlar nitelikte.

Bu gülümsemeyi bu çağda bile aklımızın almamasının sebebi ise 2005’te sinirbilimciler tarafından kanıtlanmış; Da Vinci’nin kadavralar üzerinde incelemeler yapıp insan anatomisi ve yüz dokuları üzerinde büyük bir fikir sahibi olması (mezardan ceset çaldığı bile söylenir). Bu bilginin 500 yıl sonra açığa çıkması ise biraz trajikomik. Ayrıca tabloda kaş ve kirpikleri göremememiz aslında çizilmediğinden değil zamanla boyanın pigmentinin yok olmasından kaynaklanır. Eser aynı zamanda Da Vinci kısmi felç geçirdiğinden tam olarak bitirilmemiştir. Şu an Louvre Müzesi’nde kurşun geçirmez camların ardında korunmakta.

 Öpücük

Gustav Klimt tam da sanatçıların en üretken olduğu yerin merkezinde Viyana’da doğmuştur. Eserlerini kardeşi ile yapıp Viyana imparatoruna resimlerini sergileme şansı elde etmiş, ve ardından kent tiyatrosunun dekorasyon işini alma şansı bulmuşlardır. Yaptığı guaj çalışması ile 1888 yılında İmparator Franz Joseph tarafından altın madalya ile ödüllendirilmişti. Fakat aradan yıllar geçti, Klimt, kardeşini ve babasını kaybedip bunalıma girdi. Daha sonra eserlerine yansıyan bu ruh hali onu ressamlar, heykeltıraşlar ve mimarların da içinde bulunduğu ayrılıkçı (secession) hareketine sürükledi. Akademide yetersizlik ve müstehcen eserler yapmakla suçlanıp bambaşka tarzda eserler yapmaya başladı. Zindan Adası filmine konu olup ilham alındığını gördüğümüz Gustav Klimt’in Öpücük adlı eseri 8 farklı altın kullanılarak yapılmıştır (babasının kuyumcu olmasından altınlarla iç içe büyümesinin etkisi).

Resimde gördüğümüz erkek figürü köşeli desenli büyük kaftan ile dominant maskülen gücün kadın figürünün giydiği kıyafetin desenleri ile yumuşatıldığını ve hayat ağacı ile birleştiğini gösteriyor. Her ne kadar erkek figürü bu eserinde daha fazla yer kaplasa da genel olarak kadın ve kedi figürlerini erkek figürlerinden çok daha fazla kullanmıştır. Klimt bu ve diğer eserlerinde alegori ve sembolizm kullanarak modern sanata bir ivme kazandırıp şu sözleri söylüyor:

‘Kendim veya sanatım hakkında bir şey söylemem gerektiğinde, ben ne yazılı ne de sözlü söz söyleme yeteneğine sahibim. Benim sanatçı kişiliğime dair kim bir şey öğrenmek istiyorsa, kayda değer yapılacak tek şey resimlerime dikkatlice bakmak ve benim ne olduğumu ve ne yapmak istediğimi görmeye çalışmaktır.”

Yıldızlı Gece 

Hepimizin aşina olduğu bu tabloyu yapmanın sayesinde kendini intihar etmekten kurtaran Van Gogh akıl hastanesinde yatmasına rağmen her gün aynı özveri aynı tutkuyla malzemelerini alıp sanatını yapmış fakat bu paha biçilemez tabloya sahip olmasına rağmen yoksullukla hayatını geçirmiştir. Yıldızlı Gece’yi başlı başına eşsiz bir konu yapan bir diğer etken ise “türbülans” tekniğini görebilmemiz. Gökyüzündeki fırça darbelerinde gördüğümüz o renkler arası akışı yıllar yıllar sonra gök cisimlerini inceleyen bilim adamlarının uzak bir toz bulutunun etrafındaki parlaklık ile bağdaştırmıştır.

Kaliforniya Üniversitesi sanat tarihçisi Albert Boime’ye göre ise Van Gogh aslında Venüs gezegenini “Yıldızlı Gece”de resmetmişti. 1985’te Boime, resmi 1 Haziran 1889’daki gökyüzünün nasıl görüneceğine dair bir planetaryum rekreasyonuyla karşılaştırdı. Resim ve rekreasyon arasında çarpıcı benzerlikler buldu. Sonuç ise Van Gogh’un Venüs gezegenini bilmeden resmettiğiydi. Kardeşine yazdığı mektuplardan birinde, şafaktan önce ülkeyi penceresinden gördüğü ve büyük görünümlü bir yıldız gözlemlediği kaydedilmiştir. Yani olay tamamen onun zihnindeki kurgu ile ilgiliydi.

Van Gogh’un yıldızlı gecesi Japon ressam Hokusai’den de izler taşıyordu. İlham aldığı Hokusai’nin “Dalgalar” adlı eserinde aldığımız his tıpkı gökyüzüne baktığımız hissi veriyordu sanki.

“Kişi doğaya sadık olmak için hiçbir amaç uğruna kendini rahatsız ederek başlar ve yalnızca kendi paletinden sessizce çalışarak bitirir ve sonra sonuç yine doğadır.”

Editör: Fatih Düz – 06.11.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Yazar

bengysu tarafından yazıldı

bazen yazar, çoğu zaman çizer

TestçiMakale YazarıListe UstasıYorumcuÜyelik Yılı

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    Daha fazla yorum yükle

    Depremlerin İleri Tarihlerdeki Yeri! Ne Tür Önlemler Almalıyız?

    Sırlarla Dolu Paskalya Adası’na Yakından Bakış