Aldous Huxley’in eşsiz kaleminden çıkan en bilinen ve adından sıkça söz ettiren eseridir. Bir ütopyanın nasıl korkutucu olabileceğini gösteren aslında distopik bir roman olmuştur. Ursula K. Le Guin bu kitap için “Endişe Çağı’nın başyapıtı.” demiştir.
Kitapta her şeyin teknolojik bir hal aldığı ve tek gerçekliğin bilim olduğu, duyguların ise tehlikeli ve uzak durulması gereken bir şey olduğu anlatılıyor. Aile kavramı tamamen yok olmuştur ve evlilik kurumu ortadan kalkmıştır. Kadınlar doğurmayı bırakmış ve çocuklar laboratuvarlarda üretilmeye başlanmıştır. O yılda ülkenin ihtiyaçlarına göre Alfa, Beta, Epsilon gibi çeşitli düzeylerde zeki, işçi olacak şekilde bebekler üretilip topluma kazandırılıyordu.
Bebekler uyurken onlara çeşitli ninniler söylenip sahip olacakları sınıflara göre eğitim veriliyor böylelikle herkes sahip olduğu sınıftan memnun oluyordu. Bu şekilde insanların bir üst sınıftakilere bakıp özenmeleri önleniyordu. Kitapta bebeklerin döllendiği alana da Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi deniliyordu.
Şartlandırma Merkezlerinde embriyolara çalışacakları yere göre çeşitli özellikler aşılanırdı. Örneğin tropik bir alanda çalışacak veya madende çalışacak bir embriyo için soğuk korkusu yaratılıyordu. Bu durum hakkında ise kitapta yer verilen bir cümle oldukça çarpıcıdır.
“Mutluluk ve erdemin sırrıdır; yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur: İnsanlara, kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek.”
Yaratılan yeni sistemde Tanrı yerine Ford denilen bir kişi vardır ve herkes bu sistemde mutludur. Çünkü mutluluk “Soma” adı verilen küçük bir hapta saklıdır. Üzgün, kırgın, kaygılı ve düşünceli hisseden kişiye bu hapı alması gerektiği söylenir. Almayan kişi ise uyumsuz ve dikkat çeken, sistemi bozmaya çalışan bir kişi olarak görünür ve Vahşi Ayrı Bölgeleri denen bir yere sürülmekle tehdit edilir.
Bir gün bir Alfa artı (zeki, gelişmiş, yönetici pozisyonundaki embriyolar) olan Bernard bu bölgeye gitme merakı duyar ve aldığı somalar onu mutlu etmeye yetmez, içten içe mutsuzdur fakat etrafındaki insanlar onun bir üretim hatası olarak görmeye başlar. Çünkü o Lenina denen bir kadına aşıktır ve tek eşliliği savunur. Fakat tek eşlilik halk için şaşılacak bir durumdur. Toplumun “Herkes, herkes içindir.” anlayışına ters düşmektedir.
Bernard, Lenina’yı Vahşi Ayrı Bölgeleri’ne turistik bir gezi amacıyla gitmek için ikna eder ve birlikte binanın çatısına inen araçla bölgeye doğru uçarlar. Bölgede Vahşi denen bir adamla karşılaşırlar bu adam zamanında Bernard ve Lenina gibi üretilmiş olan bir kadının oğludur fakat çocuk üretilmemiş, doğurulmuştur. Kendini hiçbir yere ait hissedemeyen Vahşi hem kendi topluluğu hem de gelişmiş toplum tarafından dışlanır.
Bir yandan geldiği toplumu bir yandan da götürüldüğü yeni dünyayı anlatan Vahşi ile devam eden kitap bize nice nice sorularla gerçekleşen ütopyayı sorgulatarak aynı zamanda bunun insanlık için iyi olup olmayacağını da düşündürür.
Editör: Sümeyye Özmen – 17.09.2022
Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!
Kitapları tahlil etme konusunda başarılısınız sanırım. Tebrikler. 👋
Edebiyata ilgim sonsuz o yüzden galiba, teşekkür ederim 🥰
Bu kitabı yıllardır okuyacağım bir denk getiremedim. Bu sene yapacaklarım listesinde üstlere taşıyacağım bunu.
Umarım şu an kitabı okumuşsunuzdur. Okuduktan sonra neden daha önce okumadığınızı sorgulayacaksnz.
Kitabı okumadım fakat yazınız baya merak uyandırdı bende ilk fırsatta okumaya çalışıcam 🤗 emeğinize sağlık
Distopyalar yalnızca karamsar bakış açısını değil, geleceğe yönelik önlem almayı da sağlamdı açısından çok kıymetli. Ayrıca gençlerimizin bilimkurgu, ütopya ve distopya ilgisi çok değerli.
Emeğinize sağlık
emeğinize sağlık
İlginç. Okumak istedim şimdi teşekkürler
emeğinize sağlık.
Okuduğum ve sevdiğim bir kitaptır. Buna benzer bir kaç film de var. Bazen bende giderek bir ütopya’nın içinde yaşıyoruz gibi hissetmeye başlıyorum. Emeğinize sağlık.
Evet kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sanki öyle olmak zorundaymış gibi sevdirdiler. İnsanlar da kabullendi. Onların yazdığı tarihe inandılar, onların uydurduğu bilime inandılar ve onların çizdiği sınırların dışına çıkamadılar. İnsan etraftan tabiki veri toplamalı ama en son kendisi düşünüp doğruyu yanlışı ayırt etmeli. Düşünmek zorundayız malesef insanlığın buna alışması gerek. Önümüze konulan birçok bilgi bizi programlamak ve zihnimize bir sınır çizmek amacı taşımakta.