içinde

MuhteşemMuhteşem

Nazım’ı Kalbine Gömen Kadın: Piraye

Aşk şiirlerinin baş aktörü, aşka aşık olan adam. Aşk ve vatan için birçok şiir yazmış bir söz ustası. Nazım Hikmet. Hep Nazım’ı dinledik yıllarca. Yıllarca anlatırken hep Nazım ve kadınları diye anlattılar.

İşte o kadınların arasında bir tanesi var ki, Nazım sanıyorum ki en çok onun hayatından çıkmasına yanmıştır. Aşk şiirlerinin birçoğu onun uğruna güzelleşmiştir. Belki de Nazım’ın tek pişmanlığıdır.

Piraye… Nazım’ın Piraye’si. Hep böyle tanıdık, bu şekilde bildik, okuduk, yazdık.

Kim bu Piraye? Bir şairin hayatına ne kadar dokundu ki, adının geçtiği her yerde o da var.

Bu kez Nazım’ın aşkından değil, Piraye’nin aşkından konuşacağız.

Piraye Nazım’ın kız kardeşinin çok samimi arkadaşıdır. Nazım Hikmet ile bu vesile ile tanışırlar. Tanıştıkları dönemde Vedat Örfi isminde zengin bir adam ile evlidir. Fakat bu evliliği eşinin bir türlü bitmek bilmeyen yurtdışı seyahatleri yüzünden bitme noktasına gelmiştir. Bu seyahatler yüzünden evini terk etmiş, baba evine iki çocuğu ile birlikte dönmüştür.

Birbirlerini tanımalarının ardından aralarında tutkulu bir aşk başlar. Başlarda Piraye bu aşktan dolayı çekingendir. Çünkü bir annedir. Evlatları ile huzurlu bir hayat sürmek arzusundadır. Fakat karşısında Nazım Hikmet gibi aklını başından alabilecek kudrette bir erkek vardır.

Kısa zamanda evlilik kararı alırlar. Piraye’nin ailesi bu evliliğe karşı çıkar.  Onların gözünde Nazım çulsuz bir şairdir. Tüm baskılara rağmen 1935 yılında evlenerek İstanbul’a yerleşirler. Mükemmel bir aşk evlilik ile daha tutkulu bir hale dönüşmüştür.

Nazım,  Piraye’nin çocuklarını da kendi çocukları gibi benimser. Öyle ki Mehmet Fuat ile ilişkiler baba oğul ilişkisinden daha öteye geçmeye başlar. Nazım’ın elinde yetişen Mehmet Fuat daha sonra Türkiye’nin önde gelen yayıncılarından ve eleştirmenlerinden birisi olur. Nazım Hikmet’in eserlerinin okuyucularına ulaşmasında büyük bir rol oynar.

Evlendikten kısa bir süre sonra Nazım’ın hapishane günleri başlar. Her ne kadar Piraye onun en uzun süre evli olarak kaldığı kadında olsa en çok ondan uzak kalacaktır Nazım. Hayat böyle değimli zaten her zaman en çok sevdiğimiz en uzağımızda kalır.

Hapishane dönemlerinde mektuplaşmalar başlıyor. Edebiyatımıza mihenk taşı olacak o mükemmel cümleler çıkıyor ortaya. Piraye tam bir sadakat ve aşk ile bekliyor Nazım’ını.

Hapishane günlerinde ki tüm aşk şiirleri Piraye’ye yazılıyor. Fakat her mektup aşkı anlatmıyor elbet.

Nazım hapishaneye kendisine bir şeyler getirmek için gelen, aynı zamanda da  kuzeni olan Münevver ile bir aşk yaşamaya başlıyor bu kez.

Ve Piraye’nin yıkılmasına, bir yandan da yıllarca dillere destan olacak o mükemmel gururuna sebep olacak mektup geliyor.

‘Piraye

Aramızdaki münasebetlerden birisi olan fakat zaten bilfiil çoktandır mevcut bulunmayan ve daha senelerce de mevcut olamayacağı anlaşılan karı kocalık münasebetimizi, kadın erkek münasebetimizi tasviye etmemiz, kesmemiz gerekiyor. Bunun icap ettiğini uzun muhakemelerden nefsimle yaptığım işkenceli müsahabelerden sonra anladım. Ve sana bir gün bile fazla yalan söylememek için bu münasebetin artık kesilmesi gerektiğini işte hemen yazıyorum. Sen yine benim en yakın insanımsın. En yakın dostum ve arkadaşımsın. Çocukların çocuklarımdır. Bu tarafımızda hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanıyorum. Fakat artık karı kocalığımız devam edemez. Bu bağımızı bağlarımızdan ancak bir tanesi olan bu münasebetimizi kesmemiz lazım geliyor. Sana yolladığım bu mektupla beraber ben karı koca münasebetimizin kesilmesi için gereken yerlere müracaatımı da yapmış bulunacağım.

Bütün bu olan biten şeye rağmen yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Benim başım sıkıştığı zaman hapiste olayım, dışarıda olayım yine sana koşacağım. Sen de öyle bana koşacaksın. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini sana borçluyum. Onlar manen ve maddeten senindir. Şimdilik Allah’a ısmarladık. Beni affet bile demiyorum. Her şeye rağmen beni herkesten ziyade anlayacak olan insanın yine sen olduğuna eminim. Ellerinden öperim.’

Nazım Hikmet

Bu mektuptan sonra hiçbir şey aynı kalmıyor. Piraye bir yandan sefalet ile mücadele ederken, bir yandan da ayrılığın acısına göğüs germeye çalışıyor. Uğrunda ailesinden bile vazgeçtiği adam tarafından terk edilmenin acısı bir volkan gibi patlıyor içinde.

Bir süre sonra Nazım’ın hapishaneden çıkamayacağını anlayan Münevver daha fazla böyle bir maceranın içerisinde kalmak istemiyor. Nazım’ı terk ediyor. Bu terk ediliş Nazım’ın ruhunda derin yarlara yol açıyor. Kendisini bu kadar çok seven Piraye’yi kaybetmiş olmanın pişmanlığı kaplıyor içini.

Pişmanlığın verdiği acı ile Piraye’ye tekrar mektuplar yazmaya başlıyor.

‘Pirayem Kızıl saçlı bacım benim,

Seni arkadan bıçakladım. Bir damlası benim damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı ellerim. Yeryüzündeki hiçbir insan hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana “Gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim öyleyim işte. Fakat gel. Oğlumuz Memet’in başı için gel ve ben kalan ömrümde ona layık bir baba olmak fırsatını kazanabileyim. Senin yüzüne nasıl bakabileceğimi bilemiyorum. Seninle karşılaştığım anda ayaklarının dibine yıkılacağım belki. Belki de sadece bayrağını kendi eliyle düşmana teslim etmiş bir hainin cesaretiyle yüzüne bakmaya çalışacağım. Belki de tek kelime söylemeden gözlerimi iskarpinlerine dikip oturacağım. Fakat gel. Hayatım yalnız kendime ait olsaydı gebermeyi çoktan tercih ederdim. Kendi ferdiyetimden, fizyolojimden, kafamın deli hasta tarafından öylesine nefret ediyorum. Fakat yaşamam lazım. Beni affetmek için değil, beni oğlumuz, kızımız ve onlar gibi iyi namuslu insanlarımız için yaşatmak için gel ve bir daha da yalnız bırakma. Eteklerinden öperim.

 Fakat hiç birisine cevap alamıyor.  Çocuklarının ısrar ile birkaç kez ziyarete gitse de Nazım’ı artık eski Piraye den eser kalmıyor.

Nazım kavuşamayacaklarını anlayınca açlık grevine başlıyor. Durumu kötüleşince hastaneye kaldırılıyor. Bunu duyan Piraye koşarak Nazım’ı görmeye gidiyor. Hastahanede Münevver ile karşılaştıklarında ise terk ediyor orayı ve bir daha Nazım’ın karşısına asla çıkmıyor.

Hiçbir şekilde bu aşk hakkında o günden sonra konuşmamıştır Piraye. Kalbine gömmüştür en büyük aşkını. 

Bu konuda ki en meşhur söz ; Piraye öldü aşkından ama dönmedi Nazım’a!

Ben yazımı bu sözle değil  kendi yorumum ile bitirmek istiyorum.

Öldürdüğü aşkını, kalbine gömen Piraye Nazm’ın yaşadığını bile unutmuştu oysa ki….

Artık sadece kalbinde yaşattığı onurlu ve güzel sevdası vardı…..

 

Editör: Fatih Düz – 11.11.2022

Bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorum yapabilir, oy kullanabilir ya da tepki seçebilirsiniz. Gönderinizi oluşturun!

Rapor Et

Usta

Yusuf Alper EVCİL tarafından yazıldı

Yarım Kalmışlığın Hikâyesi kitabının yazarı, iki çocuk babası, instagram Farazimuhabbet hesabının sahibi. Muhasebeci.

Ne düşünüyorsun?

Yorumlar

Bir yanıt yazın

    En iyi Barış Manço şarkıları

    Stoizm felsefesi